27 Ekim 2011 Perşembe

basit bir cin daveti.

 

Bir kişiyi uyutup düşüncelerini öğrenmek (havass)

Konu içerik olarak dünyada bütün forumlar arasında ilk ve tektir. Değerini bilin. Alıntı yapacak olanlar tamamını kopyalayıp yapıştırsınlar.

Not: Bu yöntem 900 yılı aşkın senedir arap ülkelerinde uygulanıyor. Sosyo-politik ajanlar bu yöntemle konuşturuluyor.

1-) Aşağıdaki tertip, uyumasını istediğiniz kişinin üzerine kişi uyuyana kadar okunur:

Bismillahirrahmanirrahim. Allâhumme salli alâ Seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli Seyyidina Muhammedin salâten tüncînâ bihâ min-cemî'il-ehvâli vel âfat. Ve takdî lenâ bihâ cemîal hâcât ve tutahhirunâ bihâ min-cemîi's-seyyiât ve terfe'unâ bihâ a'lâ'd-deracât ve tubelliğunâ bihâ aksâ'l-ğayât min cemiîl-hayrâti fî'l-hayâti ve ba'del-memât birahmetike Yâ erhame'r-rahimîn. Hasbunellahu ve ni'mel vekîl, ni'mel mevlâ ve ni'me'n-nasîr. Ğufraneke rabbenâ ve ileyke'l-masîr. Aksemtü aleyke Ya Meymun bi hakkil ismillezi. Felemma tecella rabbühü lil cebele cealehü dekkan ve harra musa saika. Ve bi hakki Ilsakısin Mihrakısin Aksamaksin Sakmunehsin Haybusin Raksin Rakısin Eftasin Keslehin Lehyühin bihakki Yahin illa ma ecebte hazreten vefalte elvahan elvahan elvahan elacele elacele elacele essaate essaate essaate. Bismillahillezi entakan nemlete li Süleyman ibni Davut. Kalet nemletün Ya eyyühen nemlüdhulü mesakineküm la yahtımenneküm Süleymanü ve cünüdühü ve hüm la yesurun. İntık ve tekelleme billezi entaka sa fil mehdi sabiyyen intık ve tekellem Biesmehın Semahın Allahül aliyyül a’la külli berahın Heyyen tekellem Biahisin Heysin Helnusin Helmusin Ermusin Selha Selha. Selha Tahsasin Tahsasin Tahsasin.

Kişi uyuduktan sonra istediğin soruları o kişiye sorarsın, ve görevli hadimler o kişinin ağzından konuşur, cevabını alırsın.

2-) Kişinin tekrar uyanması için aşağıdaki tertibi okunur:

Bismillahirrahmanirrahim. El hamdü lillahi rabbil alemin. Er rahmanir rahıym. Maliki yevmid din. İyyake na'büdü ve iyyake nesteıyn. İhdinas sıratal müstekıym. Sıratallezine en'amte aleyhim ğayril mağdubi aleyhim ve lad dallin. Allâhumme salli alâ Seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli Seyyidina Muhammedin salâten tüncînâ bihâ min-cemî'il-ehvâli vel âfat. Ve takdî lenâ bihâ cemîal hâcât ve tutahhirunâ bihâ min-cemîi's-seyyiât ve terfe'unâ bihâ a'lâ'd-deracât ve tubelliğunâ bihâ aksâ'l-ğayât min cemiîl-hayrâti fî'l-hayâti ve ba'del-memât birahmetike Yâ erhame'r-rahimîn. Hasbunellahu ve ni'mel vekîl, ni'mel mevlâ ve ni'me'n-nasîr. Ğufraneke rabbenâ ve ileyke'l-masîr. Vennecmi iza heva. Ma dalle sahibüküm ve ma gava. Vema yentiku anil heva. İn hüveilla vahyün yüha. Allemehü sedidül kuva. Zümir ratin festeva. Ve hüve bil üfükıl a’la. Sümme dena fe tedella. Fekane kabe kavseyni ev edna. Fe evha ila abdihi ma ev ha. Ma kezebel füadü ma raa. Efetümarü nehü ala ma yüra. Ve lekad raahü nezleten uhra. Behhin behhin bisselam Behhin behhin bisselam Behhin behhin bisselam.

Bir kişiyi uyutmak için

 

Bir kişiyi uyutup düşüncelerini öğrenmek (havass)

Konu içerik olarak dünyada bütün forumlar arasında ilk ve tektir. Değerini bilin. Alıntı yapacak olanlar tamamını kopyalayıp yapıştırsınlar.

Not: Bu yöntem 900 yılı aşkın senedir arap ülkelerinde uygulanıyor. Sosyo-politik ajanlar bu yöntemle konuşturuluyor.

1-) Aşağıdaki tertip, uyumasını istediğiniz kişinin üzerine kişi uyuyana kadar okunur:

Bismillahirrahmanirrahim. Allâhumme salli alâ Seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli Seyyidina Muhammedin salâten tüncînâ bihâ min-cemî'il-ehvâli vel âfat. Ve takdî lenâ bihâ cemîal hâcât ve tutahhirunâ bihâ min-cemîi's-seyyiât ve terfe'unâ bihâ a'lâ'd-deracât ve tubelliğunâ bihâ aksâ'l-ğayât min cemiîl-hayrâti fî'l-hayâti ve ba'del-memât birahmetike Yâ erhame'r-rahimîn. Hasbunellahu ve ni'mel vekîl, ni'mel mevlâ ve ni'me'n-nasîr. Ğufraneke rabbenâ ve ileyke'l-masîr. Aksemtü aleyke Ya Meymun bi hakkil ismillezi. Felemma tecella rabbühü lil cebele cealehü dekkan ve harra musa saika. Ve bi hakki Ilsakısin Mihrakısin Aksamaksin Sakmunehsin Haybusin Raksin Rakısin Eftasin Keslehin Lehyühin bihakki Yahin illa ma ecebte hazreten vefalte elvahan elvahan elvahan elacele elacele elacele essaate essaate essaate. Bismillahillezi entakan nemlete li Süleyman ibni Davut. Kalet nemletün Ya eyyühen nemlüdhulü mesakineküm la yahtımenneküm Süleymanü ve cünüdühü ve hüm la yesurun. İntık ve tekelleme billezi entaka sa fil mehdi sabiyyen intık ve tekellem Biesmehın Semahın Allahül aliyyül a’la külli berahın Heyyen tekellem Biahisin Heysin Helnusin Helmusin Ermusin Selha Selha. Selha Tahsasin Tahsasin Tahsasin.

Kişi uyuduktan sonra istediğin soruları o kişiye sorarsın, ve görevli hadimler o kişinin ağzından konuşur, cevabını alırsın.

2-) Kişinin tekrar uyanması için aşağıdaki tertibi okunur:

Bismillahirrahmanirrahim. El hamdü lillahi rabbil alemin. Er rahmanir rahıym. Maliki yevmid din. İyyake na'büdü ve iyyake nesteıyn. İhdinas sıratal müstekıym. Sıratallezine en'amte aleyhim ğayril mağdubi aleyhim ve lad dallin. Allâhumme salli alâ Seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli Seyyidina Muhammedin salâten tüncînâ bihâ min-cemî'il-ehvâli vel âfat. Ve takdî lenâ bihâ cemîal hâcât ve tutahhirunâ bihâ min-cemîi's-seyyiât ve terfe'unâ bihâ a'lâ'd-deracât ve tubelliğunâ bihâ aksâ'l-ğayât min cemiîl-hayrâti fî'l-hayâti ve ba'del-memât birahmetike Yâ erhame'r-rahimîn. Hasbunellahu ve ni'mel vekîl, ni'mel mevlâ ve ni'me'n-nasîr. Ğufraneke rabbenâ ve ileyke'l-masîr. Vennecmi iza heva. Ma dalle sahibüküm ve ma gava. Vema yentiku anil heva. İn hüveilla vahyün yüha. Allemehü sedidül kuva. Zümir ratin festeva. Ve hüve bil üfükıl a’la. Sümme dena fe tedella. Fekane kabe kavseyni ev edna. Fe evha ila abdihi ma ev ha. Ma kezebel füadü ma raa. Efetümarü nehü ala ma yüra. Ve lekad raahü nezleten uhra. Behhin behhin bisselam Behhin behhin bisselam Behhin behhin bisselam.

Ruhaniyetlerle görüşmek.

 

araştırmalarıma göre kalp gözünün açılması için bir insanın riyazata devam ederek her sabah namazının ardından 2500 defa besmeleyi şerifeyi okuması gerekiyor. tam kırk gün süresince yada aynı yöntemi yine aynı şartlarla yaparsınız ondört veya onbeşinci günde ruhanilerlede görüşmek allah dilerse mümkün oluyor .

Başınıza gelecek olayları önceden görmek için

.

başınıza gelecek olan olayları önceden görmek için sadece yatsı namazından sonra 145 ya müheymin ya allah okuyun.ben yapıyorum ve görüyorum.yalnız kişinin yapısına göre ya hemen ya biraz zamandan sonra görmeye başlanıyo.tek olması gerekli şey ihlas.ben hemen görmeye başladım.ilk başlarda sembollerle gördüm.ancak yaşadıktan sonra rüyamı anlayabildim.iki gece önce da başıma bu sabah gelen olayı daha direk gördüm.yalnız pek tavsiye etmesem mi diye düşünüyorum.çünkü olay kötüyse .

Dualar

 

RABBİ İNNİ MESSENİYEŞŞEYTANU BİNUSBİN VE AZAB; RABBİ EUZU BİKE MİN HEMEZATİŞŞEYATİYNİ VE EUZU BİKE RABBİ EN YAHDURUN. VE HİFZAN MİN KÜLLİ ŞEYTANİN MARİD.

birçok şeyden sizi korur.

İçki Kumar Ve Kötü Alışkanlıkları Bıraktırmak İçin

 

............................ lealleküm tüflihun innema yüriydüş şeytanü en yükaa beynekümül adavete vel bağdae fil hamri vel meysiri ve yesuddeküm an zikrillahi ve anis salati fehel entüm müntehun.
ve etıy'ullahe ve etıy'ur rasule vahzeru.fein tevelleytüm fa'lemu ennema ala resunlinel belağulmübin.Allahümme huz hubbül hamri vel meysiri bihakkı kelamukel kadim ve rasulikel kerim ve bielfi elfin la havle vela kuvvete illa billahil aliyyil azim.ve bihakkı Muhammed Mustafa sallallahü aleyhi ve sellem.

içki kumar zina vb kötü alışkanlıkları olan kimseye p.tesi sabah güneş doğarken veya cuma sala vaktinde kullanılmamış beyaz porselen tabağa yazılır,su ile silindikten sonra üzerine 41 kere aynı ayet okunur şahsa 7 gün içirilir,alışkanlıklarından töğbekar olur(yazı arapça ve safran vs malzemeyle yazılır)

yada

turuncun suyu alınır(portakala benzer meyve),41 kez bu ayet okunur 7 sabah o kişiye yarım çay bardagi kadar içirilir,

Eger bunlari yapamazsaniz bile suya persembe gecesi 41 kez okuyun ve 7 kez icmesini saglayin.

TILSIM VE METAFİZİK

 

Büyücülük, sihrin en alt sıralarında hareket eder, pratiktir ve pratik olduğundan amaçları ve uygulamaları ile tümden dünyasaldır. Bir metafiziği yoktur. Büyü formüllere dayanır, sihirde öyle ancak sihrin amaçladığı doğal, evrensel güçlere hükmetmek, bunları sihirbazın (Magus) yararına kullanmak, bunların sayesinde evrensel bağlantılar kurmaktır.

Büyücü başkalarının iyiliği veya kötülüğü için uğraşır, sihirbaz sadece kendini ve elde edebileceği aşamaları düşünür.
Büyü ile uğraşan sihir ile uğraşmaz ama, sihir ile uğraşan büyücülüğe rahatça bulaşabilir.Büyü ve sihir sonuç verirler mi, verebilirler mi? Bu konularda, bu işlemlerde bir sonucu kesin şekilde garanti edebilmek imkansızdır. Kendi yeteneklerinden, bilgisinden, gücünden en emin olan büyücü bile deney yaptığının farkındadır. Büyü bilim değildir, sihir maddi olarak ölçülebilen bilgi değildir. Sihir ve Büyünün temel düşüncesi telkin ve iletişimdir.Bilimde iletişimdir ama sihir ve büyü başka bir iletişim kurmak niyetindedir: bilimin henüz ulaşamadığı boyutlara ulaşmak, bugün normal ötesi (paranormal) dediğimizi normal hale getirmek, iletişimi evrenselleştirmektir.21. yüzyılda iken Orta Çağa geri dönecek değiliz; büyü bir aldatmaca, sihir bir hayal olsa bile yine düşündürücü ve incelenecek bir noktada birleşiyorlar; yüzyılları aşan sağlamlıkları. Ama ve acaba onlar mı sağlam, yoksa insanoğlunun iradesi mi zayıftır.Sihir gerçek bilimdir, en yüce felsefe ve en gizemli olanı, tek bir ifade ile doğa bilimlerinin kusursuzluğu ve gerçekleşmesidir

TILSIM VE METAFİZİK

 

Büyücülük, sihrin en alt sıralarında hareket eder, pratiktir ve pratik olduğundan amaçları ve uygulamaları ile tümden dünyasaldır. Bir metafiziği yoktur. Büyü formüllere dayanır, sihirde öyle ancak sihrin amaçladığı doğal, evrensel güçlere hükmetmek, bunları sihirbazın (Magus) yararına kullanmak, bunların sayesinde evrensel bağlantılar kurmaktır.

Büyücü başkalarının iyiliği veya kötülüğü için uğraşır, sihirbaz sadece kendini ve elde edebileceği aşamaları düşünür.
Büyü ile uğraşan sihir ile uğraşmaz ama, sihir ile uğraşan büyücülüğe rahatça bulaşabilir.Büyü ve sihir sonuç verirler mi, verebilirler mi? Bu konularda, bu işlemlerde bir sonucu kesin şekilde garanti edebilmek imkansızdır. Kendi yeteneklerinden, bilgisinden, gücünden en emin olan büyücü bile deney yaptığının farkındadır. Büyü bilim değildir, sihir maddi olarak ölçülebilen bilgi değildir. Sihir ve Büyünün temel düşüncesi telkin ve iletişimdir.Bilimde iletişimdir ama sihir ve büyü başka bir iletişim kurmak niyetindedir: bilimin henüz ulaşamadığı boyutlara ulaşmak, bugün normal ötesi (paranormal) dediğimizi normal hale getirmek, iletişimi evrenselleştirmektir.21. yüzyılda iken Orta Çağa geri dönecek değiliz; büyü bir aldatmaca, sihir bir hayal olsa bile yine düşündürücü ve incelenecek bir noktada birleşiyorlar; yüzyılları aşan sağlamlıkları. Ama ve acaba onlar mı sağlam, yoksa insanoğlunun iradesi mi zayıftır.Sihir gerçek bilimdir, en yüce felsefe ve en gizemli olanı, tek bir ifade ile doğa bilimlerinin kusursuzluğu ve gerçekleşmesidir

Bir Kaç Önemli ZİKİR.

 

( la havle ve la kuvvete illa billahil aliyyul aziym )

buyuk alimlerin gorusune gore bu zilirin doksan dokuz (99) derde deva oldugu soylenmistir ve bunun en kücüğü kalpdeki hüzündur demişlerdir.

( la ilahe illa ente ya hannanu ya mennanu ya biyy'es semavatu vel ardi ya zell celalu vel ikram)

yuce allahin ismi azamlari vardir kimki bu ismi azamlari kullanarak dilekte bulunursa Allah onu kesinlikle geri cevirmez.kimki cuma gunu her ne vakit
olursa olsun bu zikiri cani gonulden soyleyip allahtan duada bulunursa duasi kabule sayandir

( subhanellahi ve bi hamdihi subhanellahil aziymi estagfirullah )

Resulü Ekrem bu tesbihi okudu ve " bu tesbihi imsaktan sonra gunes dogmadan evvel yuz (100) defa okuyunuz . dunya kendiliginden ayaginiza gelir ve her bir kelimesi icin de allah teala bir melek yaratir bu melek kiyamete kadar Alllah I tesbih eder ve sevabi okuyanin defterine yazilir.

Nazar Duaları

 

İnsana, hayvana ve hatta cansıza da nazar değer. Nazar hastalık yapar, hatta öldürür. Kadınlara ve çocuklara daha çok tesir eder.

Peygamber efendimizin zamanında Esed oğullarından nazarı değen bir kimse var idi. Üç gün bir şey yemez, sonra çadırın bir tarafını kaldırıp oradan geçen bir deveye bakıp, (Bunun gibi bir deve hiç görmedim) der demez, deve yere düşer hastalanırdı. Müşrikler, bu adamı bulup Peygamber efendimizi nazarla öldürmesini istediler. Cenab-ı Hak da Resulullahı bunun nazarından korumuştur. Bu hususta Kalem suresinin (Nerede ise, kâfirler seni gözleri ile yıkacaklardı) mealindeki 51. âyet inmiştir.

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Nazar insanı mezara, deveyi kazana sokar.) [İ. Adiy]

(İnsanların yarısı nazardan ölür.) [Taberani]

(Nazar haktır.) [Müslim]

Kendisine nazar değen kimse, aşağıda bildirilen duaların birini veya tamamını okumalıdır.

1- Fatiha, Âyet-el kürsi ve dört kul [Kâfirun, İhlas, Felak, Nas sureleri] 7şer defa okunup hastaya üflenirse, büyü, nazar ve her dert için iyi gelir. Tuza okunup, suda eritilerek içmek de olur. Bir hadisi şerifte de, (Fatiha ile Âyet-el kürsiyi okuyana, o gün nazar değmez) buyuruldu. (Deylemi)

2- Bir hadis-i şerifte, (Sabah akşam, [Besmele ile] 3 defa “Bismillâhillezi lâ yedurru ma’asmihi şey’ün fil Erdı ve lâ fissemâi ve hüvessemi’ul alim” okuyan, büyü ve nazardan korunur) buyuruldu. (İ. Mace)

3- Âyet-el-kürsi, Fatiha, iki kul euzü ve Kalem suresinin sonunu okumak çok iyi gelir. (Medaric)

4- Peygamber efendimiz, iki kul euzüyü okuyup buyurdu ki: (Bu iki sure ile [belalardan, nazardan] korunun! Hiç kimse, bu iki sure ile korunduğu gibi, başka şeyle korunamaz.) [Ebu Davud]

5- (Euzü bi-kelimatillahittammati min şerri külli şeytanin ve hammatin ve min şerri külli aynin lammetin) tavizini, sabah akşam 3 defa okunup kendine veya hastaya üflenirse, nazardan, cin, şeytan ve hayvanların zararından korur. (Mevahib)

6- Peygamber efendimiz nazar için (Allahümme barik fihi ve la tedarruhü) okurdu. (İbni Sünni)

7- Nazarı değen kimse veya herkes, beğendiği bir şeyi görünce Mâşâallah demeli, ondan sonra o şeyi söylemelidir. Önce Mâşâallah deyince, nazar değmez. Hadisi şerifte, (Hoşa giden bir şeyi görünce, “Mâşâallah la kuvvete illa billah” denirse o şeye nazar değemez) buyurdu. (Beyheki)

8- Nazardan korunmak için âyât-i hırz denilen âyetleri okumalı ve üzerinde taşımalıdır.

9- İbni Abidin hazretleri (Tarlaya kemik, korkuluk, hayvan kafası koymalı. Bir kadın, ürününe nazar değmemesi için ne yapacağını sorunca, Resulullah, (Tarlaya hayvan kafası as) buyurur. Bakan kimse, önce bunu görüp tarladaki ürünü sonra görür) buyuruyor. (R. Muhtar)

10- Tivele, temime ve efsun caiz değildir. Manasız veya küfre sebep olan rukyeyi okumaya Efsun denir. Nazarı bizzat önlediğine inanılan nazarlıklara Temime denir. Şirinlik muskası denilen rukyelere Tivele denir. Rukye, okuyup üflemek veya üzerinde taşımak demektir. Rukye, âyet ve hadis ile bildirilen dualarla yapılırsa taviz denir. Taviz ise caizdir. Hadis-i şerifte, (İlaçların en iyisi Kur’an-ı kerimdir) buyuruldu. (İ. Mace)

Cinsel Yaşamın Sırları

Cinsel Yaşamın Sırları

Her erkek yaşamı boyunca güçlü bir cinsel yaşam sürdürmek ister. Bu genel sağlık içinde geçerlidir. Fakat bazı nedenlerden bir çok erkek yaşamının beklenmedik çağlarında cinsel güçlerini kaybederler, bu durum onları ve ailesini üzüntüye sokar.
Bu bölümde cinsel yaşamda güçlü olmak ve ömür boyu güçlü kalabilmek için cinsel yaşama olumlu ve olumsuz etki eden faktörlerden bahsedeceğiz.
Cinsel Yaşamı Etkileyen Şeyler:
1- Mastürbasyon: Mastürbasyon bölümünde çok genişçe izah edilmiştir.
2- Sigara: Tüm sağlığı ve cinsel gücü kemiren bir etkendir. Sigara içen pek çok genç vakitsiz iktidarsız olurlar. Bunlar sigarayı bıraktığında, bir süre sonra normal güçlerini kazanırlar.
3- Alkol: Sağlık ve cinsel güç için en tehlikeli etmenlerden biridir. Alkol tüm sinir sistemini tahrip ederek o şahsın süratle iktidarsızlığa sürüklenmesine neden olur.
4- Beslenme: Cinsel organlar için gerekli maddeler muntazaman alınırsa bu organlarda muntazaman çalışır, dolayısı ile vakitsiz iktidarsızlık diye bir şey olmaz.
Çinko: Meni ile önemli miktarda çinko kaybı olur. Gıdalarla vücudun normal çinko ihtiyacını karşılamak zor iken, aşırı cinsel ilişki sonucu kaybedilen çinko yerine getirilemezse sinir sistemi bozulur.
Gıdaların 100 gramındaki Arginin (protein) miktarı (miligram):
(Günlük ihtiyaç 2200 miligramdır.)
Hububat: Buğday:600, Mısır:400, Yulaf:880, Buğday çimi:2000. Bakliyat; Nohut: 1890, Kuru fasulye: 1260, Soya fasulye:3000, Mercimek:2100. Kuru yemişler: Fındık:3500, Badem:1890, Antep fıstığı: 1860, Susam: 2590, Fıstık:3270. Hayvansal gıdalar: Etler: 1100, Balıklar: 1100, Yumurta:750, Kabuklu deniz ürünleri: 1325, Peynirler: 650.
CİNSEL İSTEK ARTTIRICILAR (AFRODİZYAKLAR)
Afrodizyak, cinsel içgüdüleri uyararak aşırı istek duyulmasını sağlayan yiyecek, içecek ve ilaçlara verilen genel addır.
Cinsel artırıcılar, genellikle çeşitli baharatların, tohumların bal ile karıştırılması sonucu elde edilir. Adına "Padişah macunu-Kuvvet macunu" da denilen bu karışım, yiyenlere cinsel güç sağlar.
Ayrıca yurdumuzda da satılan cinselliği uyarıcı, cinsel arzuyu kamçılayıcı, istek uyandırıcı ilaçlar vardır. Ancak bunların bilinçsiz bir şekilde kullanımı yan etkilere neden olabilir.
Bu zararlı yan etkilerden korunmanın tek yolu ise istek arttırıcı ilaçları hekim tavsiyesine göre almaktır.
İstek Artıran Besinler:
İstek artırıcı besinler vardır. Balık, yumurta, havyar, süt, süt ürünleri, fındık içi, ceviz içi, bal, bunlardan bazılarıdır. Bunlar cinsel güçten ziyade enerji verirler.
Dengeli beslenme ile yeterli proteinler elde edilebilir.
CİNSEL YAŞAMDA ÖLÇÜ VE DÜZEN
Cinsel ilişki 13 yaşında başlar duruma göre 60-70, hatta daha ileri yaşlara kadar sürer. Tahmimen 40-50 yıl süren cinsel yaşam ölçülü ve düzenli şekilde götürülmelidir, böylece bedeni ve ruhi sağlığa zarar vermez bilakis faydalı olur.
Yaşına göre normalden daha sık yapılacak bir cinsel temas o erkeğin sağlığını sarsar ve vakitsiz ihtiyarlamasına sebep olur.
Her yaşta normalden az cinsel ilişkide zararlıdır. Zira her türlü gelişme için gerekli hormonlar dengeli salgılanırlar, bunlardan bazılarının azlığı diğerlerini de etkiler. Ölçülü cinsel ilişki, ruhsal dengenin ve ruh sağlığının sonucu elde edilir.
Cinsel yönden uyumlu ailelerden doğan çocuklarda sağlıklı doğar. Cinsel yönden dengesiz ailelerin çocukları da proplemli olurlar.
50-60 yaşına gelmiş erkek ve kadın için de cinsel ilişki gereklidir. Bilhassa sinir sistemi için önerilir.
Erkeklerde Kritik Yaş: Erkeklerde cinsel güç 30-35 yaşından sonra yavaş yavaş azalmaya başlar. Ülkemizde ve Batı ülkelerinde genellikle 60-70 yaş civarında cinsel güç iyice azalır. İstisnalar da vardır tabiiki. Bu yaşlara kritik yaş denir. Bu döneme girmiş yani cinsel temas gücü azalmış erkeklerde: Dikkatini toplıyamama, Prostat şişmesi gibi bozukluklar kendini göstermeye başlar.
Eşlerin eşit yaşta olmaları halinde, kadınların 45-50, erkeklerin ise 60-70 yaşına doğru cinsel güçten kesilme dönemine girmeleri nedeni ile, 45.ci yaştan itibaren kadınla erkek arasında geçimsizlikler başlar, bunun temelinde kadının cinsel istekte bulunmaması, erkeğin ise bu istekte bulunmasıdır.
İşin garip tarafı kesilmeye yakın erkeklerde cinsel arzu artar, azarlar ve tatmin imkanları ararlar. Eşinde bulamadığını dışarda arama yollarına saparlar ve etrafa cinsel sapıklıklar yapmaya başlarlar.
Erkekler İçin 40-50'li Yaşlar Kadın İçin 35'li Yaşlar Aşırı Cinsel İstek Dönemidir
Erkeklerde aşırı istek olgularında daha çok 50 yaş civarında rastlanır. Bu yaşlarda artık cinsel isteğinin giderek tükeneceği paniğine kapılan erkek aşırı cinsel ilişkide bulunma eğilimi gösterir.
Kadınlarda ise cinsel istek bireyin arzularına ve gücüne bağlıdır. Her yaş döneminde özellikle de 35 yaş civarında en yoğun biçimde ortaya çıkar.
İlk Hedef Tek Kez Bile Olsa Başarılı Bir İlişki:
Cinsel ilişkinin gelişmesi, rahat bir ortamda ve kendiliğinden olmalıdır.
Beklentilerden, zorlanmalardan kaynaklanan olumsuz duygular, duyarlı bir insanın cinsel tepkilerini ciddi olarak tepkiye uğratır.
İktidarsızlığın tedavisinde psikiyatristler, ereksiyon ve boşalmanın kişinin kontrolü dışında refleksle olmasından yola çıkarlar. Önce hasta üzerinde endişeye yol açan baskılar belirlenir ve bu baskıları azaltma yoluna gidilir.
Bundan sonra hiç bir zorlama olmaksızın aşk oyunları sonunda tek kez cinsel başarı göstermesi hedeflenir. Bu hedef, tedavinin ileri aşamaları için temel teşkil eder.

Şeytanların eve girmemesi için

 

Eve girerken Âyet-el-kürsi okunursa şeytan o eve giremez. Ayrıca evde Kur'an-ı kerim okunursa, şeytanlar evden uzaklaşır. İbni Mesud hazretleri buyuruyor ki:

(Bekara suresinin başından 5 âyet okunduğu gece eve şeytan giremez.) [Darimi]

Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:

(Eve girerken Besmele çekilirse, şeytan, “Bu eve girmeme imkan yok” der, dönüp gider.) [Tibyan]

(Evden çıkarken “Bismillahi, tevekkeltü alallahi, lâ havle ve lâ kuvvete illâ billah” diyen, tehlikelerden korunur ve şeytan ondan uzaklaşır.) [Tirmizi]

(“Euzü bikelimâtillahittammâti min şerri mâ haleka” duasını okuyana, o yerden kalkıncaya kadar, hiçbir şey zarar veremez.) [Müslim

Şifa ve Sağlık İçin Dualar

 

Hastalığın durumuna göre tedavi, ilaç ile, sadaka vermekle ve duâ ile yapılır. Şifayı veren yalnız Allahü teâlâdır. Kur'an-ı kerimde buyuruldu ki:

(İbrahim,"hastalığıma ancak O şifa verir" dedi.) [Şurara 80]

(Kur'an-ı kerim, müminler için şifa ve rahmettir.) [İsra 82]

Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:

(Asıl deva Kur'andır.) [İbni Nasr]

(Fatiha ile Ayet-el kürsiyi okuyana, o gün nazar değmez.) [Deylemî]

("La ilahe illa ente sübhaneke, inni küntü minez-zâlimin"i okuyan, dert ve belâdan kurtulur. ) [Hakim] (40 defa okuma iyi olur)

1- Yedi defa Fatiha okuyup, ağrı olan yere üflenirse, şifa hasıl olur. (T. Azizi)

2- Hergün sabah-akşam 24 defa Estağfirullah, sonra (Estağfirullahelazim ellezi la ilahe illa hüvel hayyel kayyume ve etubü ileyh) denir, sonra 11 ihlas, 7 Fatiha ve 33 defa Allahümme salli ve sellim ala seyyidina Muhammedin ve ala ali seyyidina Muhammed okunur, sevabı Peygamber efendimizin, Eshab-i kiram ve Evliyanın ruhları ile Silsile-i aliyye denilen büyük âlimlerin isimlerini söyleyip; ruhlarına hediye edilir. Bu büyükler hürmetine şifa vermesi için Allahü teâlâya duâ edilir. Bir hacete kavuşmak için, 2 rekat namaz kılınır, sevabı silsile-i aliyyeye hediye edilerek duâ edilir!

3- Şu duâ [islâm harfiyle yazıp] deliye okunursa, akıllanır, hastaya okunursa şifa bulur.

(Reva Aliyyül-Rıda, fe-kale, Haddeseni ebi Musel-Kazım an ebihi Caferis-Sadık an ebihi Muhammedenil-Bakır an ebihi Zeynelabidin Ali an ebihil-Hüseyn an ebihi Ali bin Ebi talib radıyallahü anhüm, kale haddeseni habibi ve kurretü ayni Resulullahi sallallahü aleyhi ve sellem, kale haddeseni Cibrilü, kale semitü Rabbülizzeti yekülü, La ilahe illallahü hısni, men kale-ha dehale hısni, ve men dehale hısni emine min azabi)

4- Ağrıyan yeri sağ el ile 7 defa mesh edip her defasında Euzü biizzetillahi ve kudretihi min şerri ma-ecidü ve ühazirü okuyanın ağrı ve sancısı kalmaz. (B.Arifin))

5- Sabah-akşam, Bekaranın başından 4 ayet ve Ayet-el-kürsi ile sonraki iki ayet ve bu surenin sonundaki 3 ayet deliye okunursa iyi olur.

6- Yağmur suyuna, Fatiha, Ayet-el-kürsi, İhlas ve Muavvizeteyn 70er defa okunur. Bu sudan aralıksız 7 sabah içenin hastalığı, ağrısı zail olur. [Bunu 5-10 salih müslüman okursa, daha iyi olur.]

7- Şifa ayetleri suya konup içilirse hastalıklara şifa olur. Şifa ayetleri: Tevbe 14, Yunüs 57, Nahl 69, Isra 82, Şuara 80, Fussilet 44.


Göz ağrısı ve Ağrılar için dua



Göz ağrısı için: (Allahümme, metta’ni, bi basari vec’alhül vârise minni ve erini fil a’düvvi se’ri vensurni, ala men zalameni.) [Hâkim]



Ağrılar için: Baş, diş, mide ve her ağrı için, yedi Fâtiha okuyup, üflemelidir. (Tefsîr-i Azîzî)

Ağrı duası: Resûlullah buyurdu ki: (Bir kaba konan yağmur suyuna, Fâtiha-i şerife, Âyet-el-kürsi, İhlâs-ı şerif ve Kul-e'ûzü sûreleri yetmişer kere okunur. Bu sudan aralıksız 7 sabah içilirse hastalıklar, ağrılar kalmaz.) [Hazînet-ül-esrâr] (5-10 sâlih müslüman okuyup, suya üflemeli)

Şahmeran Duası

 

Şahmeran duası 7 kere ardarda 3 gün boyunca okuyun bu dua anadoluda yılanların eve girmemesi yada tarlada vs vs gibi yerlerde yılanların saldırısına uğramamk için okunurmuş

şahmeranın diğer bir özelliğide dilekleri gercekleştirmesidir bollluk ve bereket vermesidir bu dua dediğim şekilde okunursa 40 gün içinde gercek olurmuş

bu dua ile ilgili olarak başlarken şehmeran aşkına diyerek başlamak gerektiğine dair bir inaç vardır benden söylemesi..!

Allahu la ilahe illa Hüvel Hayyul Kayyum.Allahula ilahe illa Huvel aliyul Hakim.
Allahu la ilahe illa huves Semiul Alim.Allahu la ilahe illa Huver Rahmanürrahim
Allahu la ilahe illa Huvel Vahidul Ehad.Allahu la ilahe illa Huvel Ferdül Varid.
Allahu la İlahe illa Huve Raufur Rahim.Allahu la ilahe illa Huvel Aziz’ur Rahim.
Allahu la ilahe illa huvez Zahirul Batınu.Allahu la ilahe illa Huvel Ahadus Samedu.
Allahu la ilahe illa Huvel Fetta’ul Alim.Allah’u la ilahe illa Huvel Aziz’ul Alim.
Allahu la illa Huvel Hannan’ul Mennan’ul Deyyan.Allahu la ilahe illa Huvel Kadir’ul Kahiru.
Alahu la ilahe illa Huver-Rafiul Alim.Allahu la ilahe illa Huver-Rabbül arş’il Azim.
Allahu la ilahe illa Huvel Melikul Kudüs.Allahu la ilahe illa Huvel Hamdul mubin.
Allahu la ilahe illa Huvel Bais’ul Varis.Allahu la ilahe illa Huvel Esmaul Hüsna.
Huvel Hayy’u la ilahe illa Huve Fadi’u MuhlisineLehuddiyn. Subhane birahmetike ya erhammerrahimin.Velhamdu-lillahi Rabbil

NOHUT TILSIMI

NOHUT TILSIMI

Kirkbir tane nohutun herbirinin üstüne bir Ihlas duasi okunur. Sonra nohutlar bir kaba konularak agir agir pisirilirken sevmesi istenen kimsenin adi tekrarlanir. Nohutlar iyice pisince o kisinin içine büyük bir ask atesi düser. Herseyi terk ederek kosa kosa geldigi görülür
Aşk büyüsü canbar.Aşk büyüsü nasıl yapılmalı?Canbar aşk büyüsü tarifi.

Karşılık görmeyen aşkların ve terkedilmiş sevgililerin can simidi CANBAR aşk tılsımı

En güçlü aşık eden büyü canbar aşk büyüsü.
Her insan mutlaka aşık olmuş veya olacaktır ve her insan arzu ettiği kişinin kendine aşık olmasını ister.Bunun içinde her çareye başvurur.Aşk tılsımı yapanlar başka bir yol bulamadıklarını söylerler.Kimilerine göre bu sorunu çözümlemenin yolu aşk büyüsü yapmaktan geçer onlar için çare aşk büyüsü yapmaktır
.

SABUN TILSIMI

SABUN TILSIMI

Sabun büyüsü yapmak vede yaptırmak son derece günahdır lakin yapanların bu işlemi yaptırmalarındaki sebeb kesinlikle ve kesinlikle şer yönden başka niyyetleri yoktur

TILSIM BELİRTİLERİ

 

Ruh halinizde bir değişiklik hissetmeniz, kendinizi tanıyamaz durumda olmanız, gece artarak devam eden sıçrayarak uyanmalar, korkunç rüyalar görmeye başlamanız, rüyalarınızda sık sık kedi, köpek gibi hayvanları görmeniz, kalp ya da midenizde ilgili rahatsızlığınız olmadığı halde göğüs kafesinizde ağrı hissetmeniz, Aşırı yorgunluk, ensenizde ağrılar, saçlarınızda elektriklenmeler olması, gözlerdeki ağrılar, gölgenizin sizi izlediği izlenimine kapılmak, ayak tabanlarınızın yanma halleri başlıca belirtilerdir.
Bazı insanlarda, aşırı etkilenme ve geç müdahale sonucu sinir bozuklukları ve akli denge bozukluklarına kadar giden olaylar mevcuttur. Bu yüzden dikkatli olup, bu belirtileri önemsemek gereklidir. Büyülerde etkinin beyin iradesiyle en aza indirilmesi mümkündür.
Sihir yada tılsım tabiat kuvvetleriyle insanlar arasında bir takım gizli ilişkilerin bulunduğu ve tabiattaki bütün varlıkların insanın anlayış gücünü aşan, bilinemeyen gizli kuvvetler tarafından yönetildiği inancından doğdu.

TILSIM BOZMAK

 

Tek sevap olanı yapılmış bir büyüyü bozmaktır. Böylece büyülü, yani aslında acı çekmekte olan kimse bu durumdan kurtulur.
Ancak büyüyü çözmenin de kolay olduğunu sanmamak.gerekir. Bu herkesin yapabileceği bir iş değildir.

 Çünkü büyü yapan Tanrıya ortak koşmakta, yani ortak olarak başka bir gücü göstermektedir. Bu da bağışlanmaz bir günahtır..
Büyü yapan şeytanla işbirliği etmektedir. Şeytanın yardımıyla istediklerini elde etmektedir. Bu arada ilginç bir şeyi de açıklayalım:
Tanrı, din kitaplarında kendi iradesi dışında hiçbir şey yapılamayacağını kesinlikle belirtmektedir.
. Hatta büyünün bile kendi istediği zaman tutacağı açıklanmaktadır. Yani her şey Tanrının isteğiyle olur. Bir büyüyü çözebilmek için de rasgele çarelere başvurmak tehlikelidir. Yine, herkes büyü çözemez.

Çünkü buna gücü yetmez.Büyü bozabilecek kimsenin belirli özellikleri, yetenekleri olmalıdır. Dini iyi bilen, ruhu çok gelişmiş, din bilgini diye adlandırabileceğimiz biri ancak büyüyü bozabilir. Böylece o kötü etkiyi ortadan kaldırır ve kendisi de zarar görmez.Böylesine yetenekli olmayan birisi büyüyü çözmeye kalkarsa büyük zarar görebilir. Çok ağır bir güç aldığı için hastalanabilir, bir felaketle karşılaşabilir.Ama bu arada herkesçe bilinen büyü ve nazarı def eden basit usullerde vardır.
Bunlar da hafif büyüleri ve kem gözü gidermek için yeterlidir. Ama şiddetli büyülerde bu basit usullerden sonuç alınamaz.

TILSIM ZAMANLARI

 

Her şey gibi büyü yapmanın da zamanı vardır. Büyü genellikle gece yapılır.Elbette gündüz yapılanları da vardır.
Ancak transa tam geçmiş ruh halinde olan büyücüler için saatin de önemi olmayabilir.

Bu arada büyünün cinsine göre zamanı ayarlanır. Ara açmak, ayırmak, düşman etmek için olan büyüler, ayın onbeşinden itibaren yeni ay küçülmeye başladığı zaman yapılır. Bağlamak, emre almak yani muhabbet için olan büyülerse ayın hilal halinden onbeşine kadar olan döneminde, yani ay büyürken yapılır

TILSIM ÇEŞİTLERİ

 

Bağlama Aşk Büyüsü;
Bu tür büyülerde bir kişiyi aşk ile kendisine bağlamak esasdır.Büyü yapılan kişi kısa zamanda kendi rızası ile yaptıran kişiye sadakatle bağlanır.Kullanınlan malzemeler çeşitlidir..Bitkiler vefkler ve yaptırılacak kişinin isim bilgilerine göre değişik malzemeleri mevcuttur.
Ak büyü;
kötü ruhları kovmak talihsizliği önlemek ve nazarın kaderin kötü ruhların etkisinde olanları kurtarmak amacını
 güden büyülerin tümüdür..Amacı refah zenginlik aşk ve şöhrettir..Bu tür büyü olumlu iyiye yönelik şifacı büyüdür..
Kullanılan malzeme ateş,civa,altın,gümüş,inci,kurşun,fil dişi,ay çiçeği,elma,fasulye,incir,süt,sirke,tuz,yumurta,sarımsak vb..
                                                    Kara büyü;            
Kötü ruhların doğa üstü güçlerin dostluğunu kazanarak bunların gücünü zarar verilmek istenen birine karşı kullanmayı amaçlayan uygulamaların tümü kara büyüdür.Amacı kötülük ve zarar vermektir.Kullanılan malzemeler idrar,kur kanı,karga,kara kedi,timsah dişi,mezar toprağı,kara tüy,yarasa gözü,sabun, vb.Kara büyü ya şeytanla yada ölü ruhlarla bağlantılıdır.
Kırmızı büyü;
Kara büyünün bir çeşididir..Şeytanın ve kötü ruhların büyüsüdür.Bundan dolayı ayinlerde kurban keserler kan akıtırlar.
Bu tür büyücülükte trans kara horoz kara keçi gibi hayvanları kesme vardır..

ALLAH SABREDENLERİ NEDEN SEVER.

 

Rabbimiz kullarının maddi ve manevi makamlarını ve iman cevherlerini yükseltmek için onlara bela ve musibet vererek sabır ile kemalat ve derecelerini yükseltir.o kulunun yalvarış ve yakarışlarını duymak için onu bela ve musibete sevk eder.bela ve musibetlere sabreden müminlerin hastalıklı yada sıkıntılı ömrünü semeredar revnektar ve meyvedar yapar.
Rahmeti mutlak olan zat başka kulların yüz sene ibadetle kazanamadığı manevi makam ve sevapları onlara hastalık ve musibet sebebiyle verir.zahirde insana eza,cefa ve sıkıntı veren bu hallerin nasıl bir bereket ve rahmet suretine girdiğini insan yarın yevmi mahşerde görecek o zaman rabbinin mükafatlarını görenler ah vah edecekler .Bu hakikate işaret eden bir hadisi şerifte:Kıyamet günü teraziler kurulur.amel işleyenlerin amellerinin karşılığını tam olarak alırlar.sonra belaya musibite uğrayanlar getirilir.onlar için terazi kurulmaz.ücret ve mükafatları tartısız ,hesapsız ve bol bol verilir.bunlara verilen sevapların büyüklüğünü görenler keşke bizimde dünyada vücutlarımız makaslarla doğransaydı da bizde böyle büyük nimetlere kavuşsaydık.Derler. Demek yevmi mahşerde nice insanlar hastalıklarına sabır göstermenin neticesinde velayet makamına çıkacaklar..Herkes onların bu makamları sıkıntılara sabır ile kazandığına şaşıracaktır.Sadece sabır ile gelen velayet büyük bir rahmet ve iltifattır.Kimisinin 40 senede kazandığı velayet makamını ve ücretini kırk günde kazandıracak olan sabır mükafatı az bir şey değildir.İbadet ,zikir ve marifet ile kazanılacak olan makamları bela ve musibetlere sabır ile kazanmak o kullar için ne büyük iltifattır.Cenabı hak insanı masiyet,musibet ve taat üzere sabır ile mesul tutarak onu menfi ibadete sevk edip ücret ve mükafatını kat kat arttırır...Bu dünyada bela ve musibetlere karşı sabır ekenler yevmi mahşerde bela biçmez,bu dünyada sıkıntılara karşı tevekkül ve teslimiyet ekenler ahirette azap biçmez.
Rabbimize giden yollar binlerdir.Bazen tevekkül ile bazen dua ile bazen zikir ile bazen ibadet ile bazen kulluk ile bazen öfkeye hakim olmak ile bazen musibete dayanmak ile bazen gönülden yürekten içten içe bir Nasuh tövbe ile kul rabbine ulaşmaya çalışıp onun rahmetini ,keremini ve mağfiretini kazanmaya çalışır.Ama başına gelen bela ve musibetlere karşı sabrederek rabbe ulaşmak ve onun rızasını kazanmak daha tatlı ve karlıdır.
Allahtan gelen şeylere sabredip sabır içinde tevekkül gösterenlerin bu halleri rablerinin hoşuna gittiği için onlardan razı olduğun göstermek için “Allah sabredenleri sever. Ayeti ile Allah”ın sevdiği kulların içerisine ve dairesine sabredenleri de aldığını ilan etmiştir. Allahın sevdiği kul olmak isteyen bela, cefa ve sıkıntılara sabretsin. Sabredenler zümresine ve kafilesine katılsın. Tevekkül ve teslimiyet ehlinden olsun

AŞKIN Krallığı

 

BİR LEYLA DÜŞLEMESİ...
Bir Leyla düşlemesidir aşk.
Yanmaktır bir gülün kırmızısında, türküler yakmaktır sevgiliye. Gün batımlarında tutulan sevdaları gün doğumlarında aramanın adıdır aşk. Seherlerde bülbülün yanık nağmelerinde gül hasreti çekmektir; güle rengini veren, yüreğini veren bülbül olmaktır aşk.
Ve biz şimdi büyüsü kaybolmuş zamanlarda aşkın peşine düştük. Pazar pazar gezinen Zeliha olduk aşkımıza bir Yusuf bulmak için.
Yusuf, esrarını gizleyen ebedi iffetti.
Mecnun'a özendik sevdamızı bir Leyla'ya yüklemek için. Leyla bir ışıktı, ab-ı hayattı aşkı filizlendiren.
Ferhat olup Şirin'ler hatırına gönül kazmasını yamaç yüreklere vurmak istedik. Şirin, gönül aynasında aşkı büyüten bir suretti.
Bitmeyen özlemler büyütüyoruz bağrımızda. Leyla'ya, Şirin'e, Aslı'ya adadığımız yüreklerimiz vardır. Suretten öte aradığımız bir yâr vardır. Yârin adıyla yan yana bilinsin istediğimiz adlarımız vardır.
"Aşk" ile "ilgi duyma"nın karıştırıldığı bir dönemde yaşıyoruz. Artık güllerimiz Leyla kokmuyor, sevda kokmuyor. Aşkın ilk basamağına dahi çıkamadık. Tutkulara takılıp kaldık. Dergâha gelen delikanlıya şeyhin "Sen git, âşık ol da gel, aşkı bil de gel!" dediği kadar dahi olsa, yüreklerimize işleyemedik aşk nakışını. Gönül toprağına atamadık aşk tohumunu. Nadasa bırakılmış yüreklerimize bir Leyla tohumu düşmedi.
Biz ölümsüz ve günahsız aşklara değil, günübirlik sevdalara takılıp kaldık. Cismaniyetin ağında ateş böceklerini yıldız sayanlar gibi, tutkuları aşk sandık. Talihsiz yanılgılarla yanlış ateşlerde yandı ruhumuz.
Sonu "kaf"la biten, "aşk"ta kalb vardır. Kaf, kalbidir aşkın. Aşkın kalbini çıkarıp aldığınızda geriye "aş" (k) kalır, ceset kalır, madde kalır.
Mecnun'un aşkına özenip de yürüdüğümüz yollar, çöl değil. Oysa aşk, çölde haz verir insana. Kalb, çöl yanmışlığında kanıyorsa aşk vardır. Aşk, yanmışlıkla daha bir lezzet verir aşığa. Susuzluktan çatlayan dudaklardan dökülen Leyla adı, cânân adı, can verir ölür ruhlara. Çölde ceylanların sürmeli gözlerinde Leyla'yı görenler, aşka uyanır seherlerde. Ve aşkın büyüsü örülür seherlerde. Toprak öperken alınlarımızdan, aslında Leyla'dır buseler konduran.
Bizim seherlerimizde ceylanlar yok artık. Biz seherlerimizi uykulara feda ettik, göremiyoruz Leyla bakışlı ceylanları. Üstümüze güneşler doğar oldu. Geceler boyu yıldızlarla söyleşip de onlara elveda diyemedik gün doğumlarında. Biz, ceylanların gözlerini öpemedik, bu gözler Leyla'nın gözlerine benziyor diye. Uykulara feda ettiğimiz seherlere ağlayamadık. Leylasızlığa akmadı göz yaşlarımız.
Biz sevemedik yaratılanı Yaratan'dan ötürü.
Yunus mektebinde diz çöküp okuyamadık aşk kitabını.
Oysa, varlığın özünde sevda hamuru vardı. O hamuru besleyen aşkın pişmanlık gözyaşı vardı. Adem ile Havva'dan dökülen. Şimdi ezeli pişmanlıklara değil, günübirlik sancılara akar oldu gözyaşlarımız.
En sevgiliye iltifatlar vardı sevgililer sevgilisinden, "Ben sana âşık olmuşam ey şerif!" hitabının tatlı sıcaklığı vardı. "Levlake..." hitabıyla başlayan bin bir renkte iltifatlar vardı. Âşık ile mâşûkun ezelde yazılı, göklerde yan yana asılı adı vardı.
Aşk medeniyetinin sevda pazarında, gönlümüzü bir Leyla'ya, son Leyla'ya, en Leyla'ya sunmanın hesabındayız. Yere göğe sığmayan Sevgililer Sevgilisini gönül Kâbe'sinde misafir etmenin telaşındayız. Misafirlikler bir olmak içindir, tek olmak içindir.Tıpkı kapısına gelen âşıkına seslenen sevgilinin tek olma hayali gibi.
"Kimsin?" diye seslenir kapısını çalana. Aşka tutulan âşık "benim" der. Ve tekrar seslenir sevgili. "Burada iki kişiye yer yok. Gönlüm teki arzular." Tekrar kapının tokmağına dokunan ve ısrarından vazgeçmeyen âşık, benlik libasından sıyrılır. "Sen'im" der. Vahdete adım atar, bırakır ikiliği, küfrü bırakır, çokluğu bırakır. Sevdiğinde fânî olur. Aşkın bekâsını bulur.
Ebedî aşkı arzulayanlar, sevdiğinde fânî olup ölümsüzlüğe kucak açanlardır.
Ve sevenlerin dilinde sevilenlerin adı bayraklaşır. Dillerde hep Leyla kitabı okunur. Kulağa gelen her nağmede Leyla, esen her rüzgârda Leyla... Buram buram hep Leyla... Kuşların ötüşünde, güllerin kan kırmızı kıvrımlarında, göğün mavisinde, ağacın yeşilinde hep Leyla vardır. Yağmur damlaları vuslata koşar, düşer toprağa. Toprak, Leyla'sıdır yağmurun; toprağın Leyla'sı yağmur...
Mecnun'a adını sorarlar, Leyla der. Geldiği yeri sorarlar, gideceği yeri sorarlar yine Leyla, hep Leyla der. Hep aşk...
Gönlünü Leyla'ya kaptırmışların şafaklarında, güneşin ışıldayan çehresinde gamzeli tebessümler saklıdır. Dağların doruklarında hiç kaybolmayan beyazlıklar, Leyla'nın yüreğe serinlikler bahşeden sevdasıdır. Aşk, kar beyazı vefalar saklar bağrında.
Yüreğine yasak koyanlar, vefalara bezenmiş aşklarında ölümsüzlüğün kapılarını aralar. Gecenin mavi karanlığında yıldızlardan taç yapan âşıklar. Leyla durağında sevda yağmurlarıyla ıslanırlar.
"Cennet gözlüm" dediğimiz ve yarım kalmış yanımızı tamamlayan sevgiliyi alıp da yanımıza...
"Sen ey cenneti müjdeleyen Sevgili, Sevgilim!" deyip düşüp de peşine, tutunup da eteğine aradık mı hiç gecenin ve gündüzün Leylasını? Sevdanın ve Leyla'nın aşkına kaç gün doğumlarını sancıyla yaşadık? Gün batımlarında kaybettiğimiz Leyla'yı bir gülün kırmızısında bir bülbülün feryadında aradık mı hiç? Leyla'dan başkasını görmez oldu mu gözlerimiz?
Yanıklığıyla ve ceylanlarıyla kendisini aşka çağıran çöldedir Mecnun. Dolaşır bir baştan bir başa. Yüreğinden aşka ırmaklar akar çöl kumlarında. Gönlünü avutur. Dolaştığı günlerden bir gün... Fark edemez namaz kılan bir dervişin önünden geçtiğini. Leyla'dan başkasını görmeye yasaklı gözleriyle göremez, namaz kılan dervişi. Namaz biter. Kırk yıllık bekleyiş yükünü bilen derviş kızar Mecnun'a. Özür kuşanmış kelimelerin ardından, paslı vicdanlara bir hançer gibi, saplanan sözler dökülür Leyla kitabı okuyan dudaklardan. "Kusura bakma derviş baba, ben Leyla'nın aşkından seni göremedim. Ya sen, huzurunda bulunduğun Mevla'nın aşkından beni nasıl gördün?"
Aşk yanılgısıyla avunan yürekler sıtmaya tutulur. Yeni bir sevdanın, ezelî ve ebedî Leyla'nın eşiğinde aşka uyanır canlar, Leyla'ya uyanır. Vuslat kokan düşler Leyla'ya uzanır....

GERÇEKLER VE EFSANELER

 

İnsan kendisine bahşedilen irade ve imkanları hangi yönde kullandığına bağlı olarak; yaratılmışların zirve noktasına çıkabilir, “eşref-i mahlukât” sıfatını kazanır. Ya da alçaldıkça alçalabilir, “esfel-i sâfilîn” aşağıların aşağısı olur. İnsan rahmanî kudrete de, şeytanî vesveseye de açıktır. Bu güçlerden hangisine meylederse, kişiliği ve eylemleri o doğrultuda şekillenir, çevresine de yine o doğrultuda tesir eder. Terbiye ve tezkiye edilmemiş nefsin toplumu etkileme, nüfuz ve şöhret elde etme, insanları kontrol altında tutma ve yönlendirme gibi eğilimleri vardır. Pek çok kişide tutkuya dönüşmüş bir eğilimdir bu. Böyle kişiler bu amaçlara ulaşmak için yerine göre kaba kuvvete ve her türlü hile ve yalana başvurmaktan çekinmezler. Bazen bununla da kalmazlar, “tabiat üstü güçler” den yardım alma veya alıyormuşçasına göz boyama yöntemlerini de kullanırlar. Yani büyüye, sihre başvururlar.
Tarihin çok eski zamanlarından bu yana hep var olan, bilim ve teknolojinin kutsandığı çağımızda ise terk edilmek şöyle dursun, yeni görünümlerle yoğunlaşıp yaygınlaşan sihir ve büyü gerçekte var mıdır, etkisi nedir, nasıl korunulur? Sihir ve büyünün çağrışım alanına giren diğer konular ve bunların mahiyeti nedir? Sihir ve büyü kavramları söz konusu olduğunda, bunlarla ilişkili pek çok başka konu da akla gelir. Fal, kehanet, astroloji gibi halen moda olan konular sihir ve büyünün çağrışım alanı içinde yer almakla birlikte, biz bunları daha sonraki bir yazının konusunu teşkil etmek üzere şimdilik bir kenara bırakıyoruz. Burada yalnızca sihir, büyü, tılsım ve nazar üzerinde duracak ve bunlardan korunma ve kurtulma yolları hakkında doğru bilgileri sunmaya çalışacağız. Tarihin kötü alışkanlığı İnsanın mahiyetini bilmediği şeylere belli bir kuşku ve tereddüt ile yaklaşması son derece tabiîdir.
Güç yetiremediğimiz kişilerin tasallutuna maruz kalmak elbette kolay kabullenilecek bir durum değildir. Bir de tabiat üstü varlıklarla ilişkili olduğu söylenen, dolayısıyla baş edilmesi çok daha zor olan güçler söz konusu olursa, iş daha da endişe verici boyutlara tırmanmakta, zayıf tabiatlı insanlar böyle durumlarda kolaylıkla teslim alınabilmektedir.
Yahudilik, Hıristiyanlık gibi semavî kökenli olduğu halde sonradan dejenere edilmiş dinlerde de, Hinduizm, Budizm, Şintoizm… gibi beşer mahsulü inanç sistemlerinde de, nihayet biricik Hak Din olan İslâm’da da büyü, sihir, tılsım gibi kavramlar önemli bir yer tutmuştur. Bilindiği gibi, Efendimiz s.a.v. Tevhid’i tebliğ etmeye başladığı zamanlarda putperest Mekke toplumunun ileri gelenleri tarafından “büyü/sihir yapmak” la itham edilmişti (Bkz. Sâd Suresi, 4; Zâriyât Suresi, 52).
Bu durum, İslâm’dan önceki Arap toplumunda da büyünün/sihrin bilindiğini ve ona inanıldığını göstermektedir. Hatta Felak Suresi’nde Efendimiz s.a.v.’e hitaben, “düğümlere üfleyenlerin şerrinden” Allah’a sığınılmasının emir ve tavsiye buyurulması, o dönemde, iplere düğüm atarken birtakım şeyler söyleyerek düğümlere üflemek suretiyle sihir/büyü yapıldığını açık bir şekilde göstermektedir. Bunlar ve çağrışım alanlarında bulunan diğer kavramlar, toplumumuzda genellikle söylentiden ileri geçmeyen şeylere dayanıldığı ve haklarında sahih bilgi edinilemediği için halk tarafından çoğu zaman birbirinden ayırt edilememekte, hakikatine inanılması gerekenlerle, hiçbir hakikati olmayanlar birbirine karıştırılabilmektedir. Oysa bu konu, itikadî sahaya girdiği için son derece önemlidir ve itikadî sahanın hassasiyetinin farkında olan her mümin bu meseleler hakkında doğru bilgi edinmek durumundadır.
Dolayısıyla bizim toplumumuzda da diğer toplumlarda da güncelliğini hiçbir zaman kaybetmeyen bu kavramların tarifi ve hakikati doğru bir şekilde öğrenilmelidir. Büyü ve büyücülük Büyü, tabiat üstü gizli güçlerle ilişki kurularak yahut kendilerinde gizli güçler bulunduğuna inanılan bazı nesneler kullanılarak fayda veya zarar vermek yahut korunmak maksadıyla yapılan işler diye tarif edilir (TDV İslâm Ansiklopedisi, 6/501). “Sebebi gizli olan, hakikatinin aksine tahayyül edilen, göz boyama ve aldatma tarzında yapılan şeyler” (Fahruddîn er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, 3/205) diye tarif edilen “sihir” ile aynı anlamda kullanılsa da, büyü ve sihir kelimeleri, dilimizde farklı anlam sahalarına sahiptir. Mesela “büyücü” kelimesi, yukarıdaki tarife giren işlerle, tabiat ötesi güçlerle ilişki kurarak, yani büyü yaparak iştigal ettiğine inanılan kimseler hakkında kullanılırken, “sihirbaz” kelimesi daha ziyade el çabukluğu ile gözbağcılık yapan kimseler hakkında kullanılır. Büyücü, kullandığı materyaller üzerine birtakım şeyler yazmak, okumak ve onları belli tarzlarda kullanmak suretiyle diğer insanlara fayda veya zarar verirken, sihirbaz daha ziyade eğlence maksatlı olmak üzere şaşırtıcı gösteriler yapar.
İslâm alimleri büyünün/sihrin birçok çeşidini zikretmiş, Fahruddîn er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr’inde bunları 8 grupta toplamıştır (3/206 vd.). Bunları iki başlıkta toplayan Elmalılı şöyle der: “Bütün bu kısımlar, esaslı iki kısma raci olur. Birisi sırf yalan, uydurma ve kandırmadan ibaret olan söz veya fiil ile tesir icra eden sihir, diğeri az çok bir hakikati suiistimal ederek ortaya konan sihirdir. Sihrin bütün mahiyeti, hayali hakikat zannettirecek şekilde insan ruhu üzerinde aldatıcı bir tesir bırakmaktan ibaret olduğu halde, bunun bir kısmı sırf hayal ve vehmettirmek, diğer bir kısmı da bazı hakikat ile karışıktır. Binaenaleyh her sihrin tesirden büsbütün uzak olduğunu iddia etmemelidir.” (Hak Dini Kur’an Dili, 1/445)
Büyü ve sihrin gerçekliği ve hükmü Kur’an ve Sünnet’e baktığımızda, büyünün/sihrin gerçek olduğunu görüyoruz. Kur’an’da şöyle buyurulur: “Süleyman mülküne dair şeytanların uydurup izledikleri şeyin ardına düştüler. Oysa Süleyman inkâr edip kâfir olmadı, fakat o şeytanlar kâfirlik ettiler; insanlara sihir öğretiyorlar ve Bâbil’de Harut ve Marut’a, bu iki meleğe indirilen şeyleri öğretiyorlardı. Halbuki o ikisi; “Biz ancak ve ancak imtihan için gönderildik; sakın sihir yapıp da kâfir olmayın!” demeden kimseye birşey öğretmezlerdi. İşte bunlardan koca ile karısının arasını ayıracak şeyler öğreniyorlardı. Fakat Allah’ın izni olmadıkça bununla kimseye zarar verebilecek değillerdi. Kendi kendilerine zarar verecek ve bir fayda sağlamayacak bir şey öğreniyorlardı. Yemin olsun ki, onu her kim satın alırsa, onu alanın ahirette bir nasibi olmayacağını da çok iyi biliyorlardı.
Hakkıyla bilselerdi, uğruna kendilerini sattıkları şey ne çirkin bir şeydi.” (Bakara, 102) Bu ayet üzerinde geniş bir şekilde duran müfessirlerin söyledikleri kısaca şudur: Ehl-i Kitap’tan bir taife (Yahudiler), Tevrat’ı bir kenara bırakarak Hz. Süleyman a.s.’ın hükümranlığı ve devleti aleyhine insan ve cin şeytanlarının yaptığı işlere ve okuduğu efsun ve efsane kitaplarına uydular.
Bunlar, meydana gelmiş ve gelecek olaylar hakkında kulak hırsızlığı ile birtakım malumatlar edinip, bire yüz yalan katarak kâhinler vasıtasıyla gizlice yayarlardı. Zaman içinde kâhinler, kendilerine haber verilen şeyleri tedvin edip kitap haline getirdiler. Etrafa yaydıkları azı gerçek çoğu yalan efsaneler ve uydurdukları tezvirat zaman içinde türlü siyasî ve sosyal entrikalara yol açmış, Hz. Süleyman a.s.’ın hükümranlığı geçici bir süre sarsıntıya uğramıştı. Ancak Hz. Süleyman a.s., Allah Tealâ’nın yardım ve lütfuyla bu insan ve cin şeytanlarına galip geldi ve onları buyruğu altına alarak çeşitli işlerde istihdam etti. Nihayet eceli gelip vefat edince sihir/büyü kitapları tekrar tedavüle kondu ve hatta Hz. Süleyman a.s.’ın da devleti sihir/büyü ile idare ettiği yalanını yaydılar. İşte bu insan ve cin şeytanları bir taraftan kendi elleriyle yazıp tedvin ettikleri sihirleri, diğer taraftan da (muhtemelen I. Sürgün döneminde, milattan önce 721 ve 586 yıllarında iki grup olarak sürgün edildikleri) Babil’de Harut ve Marut isimli iki meleğe indirilen şeyleri de öğrenerek halka aktarıyor, böylece küfür işliyorlardı. Büyüyü melekler mi öğretti? Söz buraya gelmişken, öteden beri tartışma konusu yapılmış olan bir meseleye kısaca değinelim: Yukarıda mealini verdiğimiz ayete sathî bir nazarla bakanlar, sanki Harut ve Marut isimli meleklerin insanlara sihir/büyü öğrettikleri ve insanların da onlardan öğrendikleri büyüyle koca ile karısının arasını ayırdığını söylemişlerdir.
Kur’an’ın ifadesinden anlaşılan odur ki, adı geçen iki meleğe indirilen şey bizzat sihir/büyü değildi. Söz konusu şeytanlar, o iki meleğe indirilen hakikatleri, küfür vesilesi olan sihir için öğrenmiş ve o yolda kullanmışlardır. Bir diğer ifadeyle, o iki melek insanlara bizzat sihir/büyü öğretmiş değildir. Onların yaptığı, sihir/büyü amacıyla kullanılmaya müsait bir ilmi öğretmek ve bunu yaparken de şu uyarıda bulunmaktır: “Bizim öğrettiğimiz bu bilgiler, hayır yolunda da şer yolunda da kullanılmaya elverişlidir. Sakın bu ilimleri suistimal ederek büyü/sihir yapıp da kâfir olmayın.” Hz. Musa a.s.’ın, asasını emr-i ilahî ile yere atmak suretiyle Firavun’un büyücülerinin büyü ile yılana dönüşen değnek ve iplerini birer birer yutması (A’raf, 115-117; Tâhâ, 66-70) da Firavun zamanında Mısır’da büyü yapıldığını göstermektedir. Hadis-i şeriflerde büyü Sünnet’te de büyü/sihir çokça zikredilmiştir. En önemlisi de, bizzat Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz’e bir Yahudi tarafından büyü/sihir yapılmış olmasıdır. (Buharî)
Hicretin 7. senesinde Efendimiz s.a.v. Hudeybiye’den döndükten sonra Lebîd b. A’sem isimli bir yahudi tarafından kendisine büyü yapılmış, büyünün etkisiyle Efendimiz s.a.v., yapmadığı bazı şeyleri yaptığını zannetmiştir. Rivayetlere göre 6 ay sürdüğü anlaşılan büyünün etkisinden Allah’ın izniyle kurtulmuş, iki meleğin (bir rivayete göre Cebrail ve Mikâil a.s.’ın) bildirmesiyle büyüde kullanılan tarak ve saç telinin atıldığı kuyuyu bularak kapattırmıştır. Bu vesileyle belirtelim ki, bu büyü, vahyin tebliği ve dinî işlerin tedviri konusunda değil, tamamen dünyevî işlerde Efendimiz s.a.v.’i kısmen etkilemiştir. O’nun, bu büyünün tesiriyle peygamberlik görevine halel getirecek en küçük bir değişiklik yaşadığına dair hiçbir işaret yoktur. Kaldı ki Kur’an, O’nun peygamberlik görevini yerine getirirken devamlı surette koruma altında olduğunu bildirmiştir. (Maide, 67)
Keza Efendimiz s.a.v’in pak eşlerinden Hz. Hafsa r.anha’ya bir cariyesi tarafından büyü yapıldığı, bu sebeple cariyenin ölüm cezasına çarptırıldığı rivayet edimiştir. (Muvatta) Sihir/büyünün hakikati sebebiyle Efendimiz s.a.v., “helâk edici” olarak nitelendirdiği 7 şeyden bizleri sakındırırken, bunlar arasında büyü/sihir yapmayı ve yaptırmayı da zikretmiş ve şöyle buyurmuştur: “Helak edici yedi şeyden sakının.” Sahabe bu 7 şeyin neler olduğunu sorunca şöyle buyurmuştur: “Allah’a şirk koşmak, sihir yapmak, Allah’ın haram kıldığı bir kimseyi haksız yere öldürmek, faiz yemek, yetim malı yemek, düşmana hücum esnasında savaştan kaçmak ve hiçbir şeyden haberi olmayan namuslu kadınlara zina iftirası atmak...” (Buharî, Müslim, Ebu Davud) Büyü/sihir konusundaki hadislere daha fazla örnek zikretmek mümkün ise de, biz bu kadarla yetinelim. Tılsım nedir? Tılsım: Semavî birtakım güçlerin, arzî güçlerle birleşerek garip, olağandışı işler yapması şeklinde tarif edilir (et-Tânevî, Keşşâfu Istılâhâti’l-Fünûn, 2/927).
Elmalılı Hamdi Yazır, tılsımın, Hz. İbrahim a.s’ın kavmi olan Keldanîler’in yaptığı sihir türü olduğunu söyler ve şöyle der: “Fikrimizce bu sihirde, tabiiyat ile ruhiyatın eski zamanlarda keşfedilmiş, birbiriyle ilişkili bazı garip özellikleri birleştirilerek uygulandığı anlaşılmaktadır.” (Hak Dini Kur’an Dili, 1/443) Ayın akrep burcunda bulunduğu sırada mühre kazıtılan akrep figürünün, kişiyi akrep ısırmalarına karşı koruyacağı, arkasını üstü açık olduğu halde aya doğru dönen hayvanların, ay ışığının arkalarına vurması sebebiyle öleceği… gibi hususlar semavî kuvvetlerle arzî kuvvetlerin belli bir tarzda bir araya gelmesi sonucunda oluşan tılsımlara örnek olarak zikredilmiştir. (İbn Hazm, el-Fısal, 5/101-102; Âlûsî, Rûhu’l-Ma’ânî, 20/120) İbn Hazm tılsım hakkında müşahedeye dayalı enteresan bilgiler verir ve şunları söyler: “Tılsım, eşyanın tabiatını değiştirme ve gözbağcılık değildir. Tılsımlar, Allah Tealâ’nın terkib ettiği birtakım güçlerdir ki, soğuğun sıcak ile ve sıcağın soğuk ile giderilmesi gibi, Allah Tealâ bu tılsımlar vasıtasıyla başka bazı güçleri ortadan kaldırır. (…) Tılsımların def’i mümkün değildir.” Semavî güçlerle arzî güçler arasındaki denge ve ilişki doğru biçimde kurulduğu zaman, tılsım garip hadiselerin oluşmasına yol açabilir. “Mıknatısın demiri, kehribarın saman çöpünü çekmesi ve sirkenin ittiği taş böyledir. Bu taş, içinde sirke bulunan kaba sarkıtıldığı zaman kaba girmez, dışına kaçar. Keza yağmur çeken taş da buna örnektir ki, bu taş Türkler arasında iyi bilinir.” (el-Îcî, el-Mevâkıf, 3/368) Tılsımın gerçekliği Tılsımın varlıklar üzerinde gerçek bir etkisi olabileceği, ulemanın bu konudaki beyanlarının ortaya koyduğu bir sonuçtur.
Bağdat’a giriş kapılarından “Tılsım Kapısı” üzerindeki yılan figürü sebebiyle Bağdat’ta hiç kimsenin yılan sokması sebebiyle ölmediği, yılanın soktuğu kimselerin hiç acı hissetmediği veya çok az hissettiği, buna mukabil Bağdat dışında yılan sokması sebebiyle ölümlerin meydana gelmesi, Âlûsî’nin bizzat müşahede ettiği bir hadise olarak yukarıda adı geçen tefsirinde zikredilmektedir. Keza İbn Hazm de -yine yukarıda mezkûr eserinde- tılsımın hakikati hakkında şunları söylemektedir: “Biz tılsımların etkilerini açık olarak bugüne kadar görüyoruz. Çekirgenin girmediği ve havanın hiç soğumadığı köylerin mevcudiyeti, Sarakosta (Saragossa)’ya zorla sokulmadıkça yılan girmemesi ve daha birçok olay buna örnektir ki, bunu sadece inatçı kimseler inkâr eder. Tılsım konusunu iyi bilenlerden artık kimse kalmamıştır; geride kalan ise onların yaptıklarının eser ve izlerinden ibarettir…” (el-Fısal, 5/101-102) Tılsımla gerçek anlamda ilgilenenlerin söylediklerine tefsirinin pek çok yerinde değinen Allame Âlûsî de şöyle der: “Tılsım ilmiyle uğraşanların söylediklerinin doğru olması mümkündür. İşin gerçek durumunu ise Allah Tealâ bilir.” (Âlûsî, a.g.e., aynı yer.) Şu halde tılsımın bir hakikati olduğunu, ancak günümüzde bu konuyu gerçek mahiyetiyle bilen ve uygulayan kimse bulunmadığını söylemek mümkündür. Bu itibarla birtakım eşyaların insanlara uğurlu geldiği, kötülük ve zararları def ettiği şeklinde halk arasında dolaşan inanç ve söylentilere itibar etmemek gerekir.
Nazar değmesi nedir? Nazar, bir kimsenin, başka birisine, onun bir eşyasına, hayvanına, malına… hasetle karışık beğenerek bakmasıdır (İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 10/200). Bu bakışın etkisi ile o kimsenin şahsına, malına veya eşyasına büyük zarar gelebilir. Kur’an’da şöyle buyurulur: “İnkâr edenler Zikr’i (Kur’an’ı) işittikleri zaman neredeyse seni gözleriyle devirivereceklerdi. ‘O mutlaka delidir’ diyorlardı. Oysa Kur’an, alemler için bir öğütten başka bir şey değildir.” (Kalem, 51-52) İbn Abbas r.a, Mücahid ve daha başkaları bu ayetin, nazarın mevcudiyetine ve Allah Tealâ’nın dilemesiyle tesirinin gerçek olduğuna delil teşkil ettiğini söylemişlerdir. (İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, 4/525) Efendimiz s.a.v.’den de nazarın hak olduğunu ifade eden birçok hadis nakledilmiştir.
Bunlardan birisi şöyledir: “Nazar haktır. Eğer kaderi geçecek bir şey olsaydı, nazar onu geçerdi.” (Müslim, Tirmizî) Bir diğer rivayette de şöyle buyurulmuştur: “Nazar, Allah’ın izniyle kişiyi dağa çıkaracak ve oradan indirecek derecede etkiler.” (Ahmed b. Hanbel, Ebu Ya’lâ) Sahabe’den Sehl b. Huneyf r.a. yıkanmak için elbisesinin üstünü çıkarmıştı. Âmir b. Rebî’a r.a. da ona bakıyordu. Sehl, cildi güzel, bembeyaz bir kimseydi. Âmir, “Hiç güneş görmeyen ciltler bile bugün gördüğüm gibi değildir.” dedi. Bunun üzerine Sehl hastalandı. Sehl’in rahatsızlandığı Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz’e haber verildi ve “Sehl başını bile kaldıramıyor.” dendi. Bunun üzerine Efendimiz s.a.v., “Suçladığınız birisi var mı?” diye sordu. Orada bulunanlar, “Âmir b. Rebî’a” diye cevap verdiler. Efendimiz s.a.v. Âmir r.a.’ı çağırıp kendisine kızdı ve şöyle buyurdu: “Sizden biriniz kardeşini neden (nazarla) öldürüyor? Ona ‘mâşallah’ deseydin ya! Haydi şimdi kardeşin için yıkan.” buyurdu. Âmir de yüzünü, ellerini, dirseklerini, dizlerini, ayak topuklarını ve böğürlerini bir kap içinde yıkadı. Sonra bu su Sehl r.a.’ın üzerine döküldü. Sehl r.a. anında iyileşti. (Muvatta) Mucize ile Sihir/Büyü Farkı 1-Mucize Allah Tealâ’nın, peygamber olarak görevlendirdiği insanlar eliyle gerçekleştirdiği olağan üstü olaylara denir; çalışarak, öğrenerek, okuyarak ve pratik yaparak mucize gösterilemez. Sihir/büyü ise bilenlerden öğrenmek ve çalışmak suretiyle herkesin ulaşabileceği bir iştir. 2- Mucize tamamen gerçektir; meydana gelmesinde herhangi bir sahtelik, göz bağcılık veya aldatma yoktur. Doğrudan doğruya peygamber tarafından ve vasıtasız olarak izhar edilir. Sihir/büyü ise genellikle gözbağcılığa ve el çabukluğuna dayanır.
Gerçek payı bulunanlarda ise cinlerden ve sair varlıklardan yardım alınır. 3- Sihir/büyü, özel bazı vakitlerde ve özel birtakım eşya kullanılarak yapılır; yani belli şartları vardır. Mucize ise böyle değildir. Allah Tealâ’nın dilediği her zaman peygamberler eliyle izhar olunur. 4- Büyü/sihir yenilenmediği zaman bir süre sonra etkisini kaybeder. Mucize ise, kendisinden beklenen maksadı hasıl ettiği sürece devamlıdır. 5- Mucize, kevnî olaylara bile müdahale edip onları değiştirecek çapta meydana gelebildiği halde (ayın ikiye ayrılması, denizin yarılması… gibi), sihir/büyü, sınırlı bir sahada cüz’î bir etkiye sahiptir. Sihir, Büyü ve Tılsımın Hümu Sihir, büyü, tılsım… gibi işlerle uğraşmak dinimizin kesin olarak yasakladığı, haram kıldığı şeylerdir ve kişiyi küfre kadar götürür. Bununla birlikte, alimler yapmak için değil, fakat yapılmış olanı bozmak ve şerrinden korunmak için sihir/büyü öğrenmenin haram olmadığına hükmetmiştir.
(Elmalılı, a.g.e., 1/447) NE YAPMALI? Her ne kadar kendimiz uğraşmasak da -Allah korusun- sihir/büyüye maruz kalabilir veya başkasının nazarının hedefi olabiliriz. Böyle bir durumda yapılması gerekenleri de kısaca özetleyelim: Sihirden korunmanın yolu Sihir/büyü, tılsım, nazar vb. şeylere karşı takınılacak tavır, öncelikle her şeyin Allah Tealâ’nın iznine ve dilemesine bağlı olduğunu bilmektir. Dolayısıyla öncelikle Allah Tealâ’ya güçlü bir iman ve teslimiyetle bağlanmak gerekir. “Allah’ın izni olmadıkça onlar (büyücüler) kimseye bir zarar veremezler.” (Bakara, 102) ayeti dikkatimizi bu noktaya çekmektedir. Efendimiz s.a.v., hayvanının terkisine bindirdiği Abdullah b. Abbâs r.a.’a hitaben, “Ey çocuk! Sana, Allah’ın seni faydalandıracağı kelimeler öğreteyim mi?” demişti. İbn Abbâs r.a., “Evet, ey Allah’ın Resulü..” diye cevap verince şöyle buyurdu: “Allah’ın emir ve nehiylerini (onlara riayet etmek suretiyle) muhafaza et ki Allah da seni muhafaza etsin. Allah’ın emir ve nehiylerini muhafaza et ki, O’nu(yardımını) her zaman önünde bulasın. Genişlik zamanında O’nu an ki, darlık zamanında da O seni ansın (ve sana yardım etsin). İstediğinde Allah’tan iste; sığındığında Allah’a sığın. Olacak şeyler konusunda kalem kurumuş, hüküm kesinleşmiştir. Şayet mahlukatın tamamı sana bir menfaat sağlamak için bir araya toplansalar ve fakat Allah onu senin hakkında yazmamış ise, onu yapmaya muktedir olamazlar. Ve şayet sana bir zarar vermek için toplansalar, ancak Allah onu senin hakkında takdir etmemişse, onu yapmaya da güç yetiremezler. Bil ki, zorlandığın şeye sabretmende çok hayır vardır. Zafer sabırla, ferahlık da sıkıntıyla birliktedir. Güçlükle beraber kolaylık vardır.” (Ahmed b. Hanbel, 1/307) Bunun arkasından, dua ve zikri terk etmemek gelir. Efendimiz s.a.v.’den nakledilen uzun bir hadisin bir bölümü şöyledir: “Sizin yapacağınız şey, Allah’ı zikretmektir. Böyle bir kimse, düşmanın hızla takip ettiği, sonunda muhkem bir kaleye rastlayıp kendisini düşmandan koruduğu kimse gibidir. Kendini şeytandan ancak Allah’ı zikretmek suretiyle koruyan kul da böyledir.” (Ahmed b. Hanbel, Tirmizî) Çokça Kur’an okumak, ibadetleri aksatmadan yapmak ve devamlı abdestli bulunmaya özen göstermek de kişiyi sihir/büyü gibi zararlı şeylerin etkisinden koruyan hususlardandır. Yapıldıktan sonra ise büyü/sihirin etkisini ortadan kaldırmanın en sahih yolu, çokça Kur’an okumak ve Allah Tealâ’yı zikretmektir. Bunun yanında Efendimiz s.a.v.’in öğrettiği dualar vardır ki, onları da ezberleyip okumak son derece faydalıdır. Bir de ihlâs ve takva sahibi kimselerden sihir/büyü konusunda bilgi ve tecrübesi bulunanlara müracaat etmekte fayda vardır. Bu noktada çok dikkatli olmak gerekir.
İnsanların zaaflarından istifade etmek için bu işi bir meslek haline getirmiş olup aslında sihir/büyü ile hiç alakası olmayan dolandırıcı tiplerin tuzağına düşmemeye dikkat etmelidir. Nazardan nasıl korunulur? Nazardan korunmanın ve meydana gelmeden önce nazarı engellemenin yolu, bir kardeşimizde hoşumuza giden bir şey gördüğümüzde “Bârekellâhu fîhi.” (Allah ona bereket versin), “Allâhümme bârik aleyhi.” (Allahım, ona bereket ihsan eyle) veya “Mâşallah.” (Allah’ın dilediği olur) demektir. Efendimiz s.a.v. buyurmuştur ki: “Sizden biriniz kardeşinde, kendisinde veya malında hoşuna giden bir şey gördüğü zaman ona bereket dileyerek dua etsin. Zira nazar haktır.” (Ahmed b. Hanbel, 3/447) İbn Hacer şöyle der: “Bir şeyi beğenen kimsenin, hemen beğendiği şey için bereket dilemesi gerekir. Onun böyle yapması bir rukye (dua) olur.” (Fethu’l-Bârî, 10/205)
Bereket dilemek, yukarıda geçen ifadelerden birisini söylemek demektir. Nazar meydana geldikten sonra yapılacak şey ise, yukarıda geçen Sehl r.a. olayında olduğu gibi, nazarı değen kişinin abdest alması ve o suyu, kendisine nazar değen kişinin üzerine dökmesidir. Nitekim Efendimiz s.a.v.’in yukarıdaki uygulamasını teyit eder tarzda Hz. Aişe r.anha validemizin şöyle dediği nakledilmiştir: “Başkasına nazarı değen kimseye abdest alması emredilir, o da abdest alırdı. Sonra o suyla, kendisine nazar değen kişi yıkanırdı.” (Ebu Davud) Eğer bir kimseye kimin nazarının değdiği bilinmiyorsa, zikir ve meşru rukyeyle Allah Tealâ’ya sığınmaktan, Kur’an okumaktan ve dua etmekten başka yapılacak bir şey yoktur. Bilhassa Fatiha, Felâk, Nas ve İhlâs sureleri ile Ayetelkürsî’yi okumak tavsiye edilmiştir. Efendimiz s.a.v. şöyle buyurmuştur: “Rukye ancak nazar ve (yılan, akrep vb.) sokma(sı) sebebiyle yapılır.” (Buharî, Müslim). Burada geçen rukye, Kur’an okumaktan ibarettir. Halk arasında çocukları nazardan korumak maksadıyla “nazar boncuğu” takmak oldukça yaygın bir adettir. Ne var ki nazar boncuğu göz değmesine bir fayda sağlamadığı gibi, dinimizce de yasaklanmış şeylerdendir. Aynı şekilde içinde Kur’an ayetlerinden başka bir şey bulunan muskalar takmak da dinimizce hoş karşılanmamış, yasaklanmış uygulamalardandır. Bununla birlikte okuma yazması olmayan ve ezberinde Kur’an ayetleri bulunmayan kimseler için, üzerinde Kur’an ayetleri ve Efendimiz s.a.v.’den rivayet edilmiş dualar bulunan bir kâğıdı (muska), hürmetine halel getirmemeye dikkat ederek taşımakta da bir sakınca yoktur. Bu da bir anlamda rukye olarak kabul edilebilir. Bu yazıda ele aldığımız konu, fizikötesi alanla, yani gaybla ilgili olduğundan, fal, kehanet, astroloji, burçlar… gibi bu konuyla ilişkili olan bazı hususlara değinmedik. Zira bunlar da ayrı bir yazının konusunu teşkil edecek kadar öneme ve ayrıntılara sahiptir.

GERÇEKLER VE EFSANELER

 

İnsan kendisine bahşedilen irade ve imkanları hangi yönde kullandığına bağlı olarak; yaratılmışların zirve noktasına çıkabilir, “eşref-i mahlukât” sıfatını kazanır. Ya da alçaldıkça alçalabilir, “esfel-i sâfilîn” aşağıların aşağısı olur. İnsan rahmanî kudrete de, şeytanî vesveseye de açıktır. Bu güçlerden hangisine meylederse, kişiliği ve eylemleri o doğrultuda şekillenir, çevresine de yine o doğrultuda tesir eder. Terbiye ve tezkiye edilmemiş nefsin toplumu etkileme, nüfuz ve şöhret elde etme, insanları kontrol altında tutma ve yönlendirme gibi eğilimleri vardır. Pek çok kişide tutkuya dönüşmüş bir eğilimdir bu. Böyle kişiler bu amaçlara ulaşmak için yerine göre kaba kuvvete ve her türlü hile ve yalana başvurmaktan çekinmezler. Bazen bununla da kalmazlar, “tabiat üstü güçler” den yardım alma veya alıyormuşçasına göz boyama yöntemlerini de kullanırlar. Yani büyüye, sihre başvururlar.
Tarihin çok eski zamanlarından bu yana hep var olan, bilim ve teknolojinin kutsandığı çağımızda ise terk edilmek şöyle dursun, yeni görünümlerle yoğunlaşıp yaygınlaşan sihir ve büyü gerçekte var mıdır, etkisi nedir, nasıl korunulur? Sihir ve büyünün çağrışım alanına giren diğer konular ve bunların mahiyeti nedir? Sihir ve büyü kavramları söz konusu olduğunda, bunlarla ilişkili pek çok başka konu da akla gelir. Fal, kehanet, astroloji gibi halen moda olan konular sihir ve büyünün çağrışım alanı içinde yer almakla birlikte, biz bunları daha sonraki bir yazının konusunu teşkil etmek üzere şimdilik bir kenara bırakıyoruz. Burada yalnızca sihir, büyü, tılsım ve nazar üzerinde duracak ve bunlardan korunma ve kurtulma yolları hakkında doğru bilgileri sunmaya çalışacağız. Tarihin kötü alışkanlığı İnsanın mahiyetini bilmediği şeylere belli bir kuşku ve tereddüt ile yaklaşması son derece tabiîdir.
Güç yetiremediğimiz kişilerin tasallutuna maruz kalmak elbette kolay kabullenilecek bir durum değildir. Bir de tabiat üstü varlıklarla ilişkili olduğu söylenen, dolayısıyla baş edilmesi çok daha zor olan güçler söz konusu olursa, iş daha da endişe verici boyutlara tırmanmakta, zayıf tabiatlı insanlar böyle durumlarda kolaylıkla teslim alınabilmektedir.
Yahudilik, Hıristiyanlık gibi semavî kökenli olduğu halde sonradan dejenere edilmiş dinlerde de, Hinduizm, Budizm, Şintoizm… gibi beşer mahsulü inanç sistemlerinde de, nihayet biricik Hak Din olan İslâm’da da büyü, sihir, tılsım gibi kavramlar önemli bir yer tutmuştur. Bilindiği gibi, Efendimiz s.a.v. Tevhid’i tebliğ etmeye başladığı zamanlarda putperest Mekke toplumunun ileri gelenleri tarafından “büyü/sihir yapmak” la itham edilmişti (Bkz. Sâd Suresi, 4; Zâriyât Suresi, 52).
Bu durum, İslâm’dan önceki Arap toplumunda da büyünün/sihrin bilindiğini ve ona inanıldığını göstermektedir. Hatta Felak Suresi’nde Efendimiz s.a.v.’e hitaben, “düğümlere üfleyenlerin şerrinden” Allah’a sığınılmasının emir ve tavsiye buyurulması, o dönemde, iplere düğüm atarken birtakım şeyler söyleyerek düğümlere üflemek suretiyle sihir/büyü yapıldığını açık bir şekilde göstermektedir. Bunlar ve çağrışım alanlarında bulunan diğer kavramlar, toplumumuzda genellikle söylentiden ileri geçmeyen şeylere dayanıldığı ve haklarında sahih bilgi edinilemediği için halk tarafından çoğu zaman birbirinden ayırt edilememekte, hakikatine inanılması gerekenlerle, hiçbir hakikati olmayanlar birbirine karıştırılabilmektedir. Oysa bu konu, itikadî sahaya girdiği için son derece önemlidir ve itikadî sahanın hassasiyetinin farkında olan her mümin bu meseleler hakkında doğru bilgi edinmek durumundadır.
Dolayısıyla bizim toplumumuzda da diğer toplumlarda da güncelliğini hiçbir zaman kaybetmeyen bu kavramların tarifi ve hakikati doğru bir şekilde öğrenilmelidir. Büyü ve büyücülük Büyü, tabiat üstü gizli güçlerle ilişki kurularak yahut kendilerinde gizli güçler bulunduğuna inanılan bazı nesneler kullanılarak fayda veya zarar vermek yahut korunmak maksadıyla yapılan işler diye tarif edilir (TDV İslâm Ansiklopedisi, 6/501). “Sebebi gizli olan, hakikatinin aksine tahayyül edilen, göz boyama ve aldatma tarzında yapılan şeyler” (Fahruddîn er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, 3/205) diye tarif edilen “sihir” ile aynı anlamda kullanılsa da, büyü ve sihir kelimeleri, dilimizde farklı anlam sahalarına sahiptir. Mesela “büyücü” kelimesi, yukarıdaki tarife giren işlerle, tabiat ötesi güçlerle ilişki kurarak, yani büyü yaparak iştigal ettiğine inanılan kimseler hakkında kullanılırken, “sihirbaz” kelimesi daha ziyade el çabukluğu ile gözbağcılık yapan kimseler hakkında kullanılır. Büyücü, kullandığı materyaller üzerine birtakım şeyler yazmak, okumak ve onları belli tarzlarda kullanmak suretiyle diğer insanlara fayda veya zarar verirken, sihirbaz daha ziyade eğlence maksatlı olmak üzere şaşırtıcı gösteriler yapar.
İslâm alimleri büyünün/sihrin birçok çeşidini zikretmiş, Fahruddîn er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr’inde bunları 8 grupta toplamıştır (3/206 vd.). Bunları iki başlıkta toplayan Elmalılı şöyle der: “Bütün bu kısımlar, esaslı iki kısma raci olur. Birisi sırf yalan, uydurma ve kandırmadan ibaret olan söz veya fiil ile tesir icra eden sihir, diğeri az çok bir hakikati suiistimal ederek ortaya konan sihirdir. Sihrin bütün mahiyeti, hayali hakikat zannettirecek şekilde insan ruhu üzerinde aldatıcı bir tesir bırakmaktan ibaret olduğu halde, bunun bir kısmı sırf hayal ve vehmettirmek, diğer bir kısmı da bazı hakikat ile karışıktır. Binaenaleyh her sihrin tesirden büsbütün uzak olduğunu iddia etmemelidir.” (Hak Dini Kur’an Dili, 1/445)
Büyü ve sihrin gerçekliği ve hükmü Kur’an ve Sünnet’e baktığımızda, büyünün/sihrin gerçek olduğunu görüyoruz. Kur’an’da şöyle buyurulur: “Süleyman mülküne dair şeytanların uydurup izledikleri şeyin ardına düştüler. Oysa Süleyman inkâr edip kâfir olmadı, fakat o şeytanlar kâfirlik ettiler; insanlara sihir öğretiyorlar ve Bâbil’de Harut ve Marut’a, bu iki meleğe indirilen şeyleri öğretiyorlardı. Halbuki o ikisi; “Biz ancak ve ancak imtihan için gönderildik; sakın sihir yapıp da kâfir olmayın!” demeden kimseye birşey öğretmezlerdi. İşte bunlardan koca ile karısının arasını ayıracak şeyler öğreniyorlardı. Fakat Allah’ın izni olmadıkça bununla kimseye zarar verebilecek değillerdi. Kendi kendilerine zarar verecek ve bir fayda sağlamayacak bir şey öğreniyorlardı. Yemin olsun ki, onu her kim satın alırsa, onu alanın ahirette bir nasibi olmayacağını da çok iyi biliyorlardı.
Hakkıyla bilselerdi, uğruna kendilerini sattıkları şey ne çirkin bir şeydi.” (Bakara, 102) Bu ayet üzerinde geniş bir şekilde duran müfessirlerin söyledikleri kısaca şudur: Ehl-i Kitap’tan bir taife (Yahudiler), Tevrat’ı bir kenara bırakarak Hz. Süleyman a.s.’ın hükümranlığı ve devleti aleyhine insan ve cin şeytanlarının yaptığı işlere ve okuduğu efsun ve efsane kitaplarına uydular.
Bunlar, meydana gelmiş ve gelecek olaylar hakkında kulak hırsızlığı ile birtakım malumatlar edinip, bire yüz yalan katarak kâhinler vasıtasıyla gizlice yayarlardı. Zaman içinde kâhinler, kendilerine haber verilen şeyleri tedvin edip kitap haline getirdiler. Etrafa yaydıkları azı gerçek çoğu yalan efsaneler ve uydurdukları tezvirat zaman içinde türlü siyasî ve sosyal entrikalara yol açmış, Hz. Süleyman a.s.’ın hükümranlığı geçici bir süre sarsıntıya uğramıştı. Ancak Hz. Süleyman a.s., Allah Tealâ’nın yardım ve lütfuyla bu insan ve cin şeytanlarına galip geldi ve onları buyruğu altına alarak çeşitli işlerde istihdam etti. Nihayet eceli gelip vefat edince sihir/büyü kitapları tekrar tedavüle kondu ve hatta Hz. Süleyman a.s.’ın da devleti sihir/büyü ile idare ettiği yalanını yaydılar. İşte bu insan ve cin şeytanları bir taraftan kendi elleriyle yazıp tedvin ettikleri sihirleri, diğer taraftan da (muhtemelen I. Sürgün döneminde, milattan önce 721 ve 586 yıllarında iki grup olarak sürgün edildikleri) Babil’de Harut ve Marut isimli iki meleğe indirilen şeyleri de öğrenerek halka aktarıyor, böylece küfür işliyorlardı. Büyüyü melekler mi öğretti? Söz buraya gelmişken, öteden beri tartışma konusu yapılmış olan bir meseleye kısaca değinelim: Yukarıda mealini verdiğimiz ayete sathî bir nazarla bakanlar, sanki Harut ve Marut isimli meleklerin insanlara sihir/büyü öğrettikleri ve insanların da onlardan öğrendikleri büyüyle koca ile karısının arasını ayırdığını söylemişlerdir.
Kur’an’ın ifadesinden anlaşılan odur ki, adı geçen iki meleğe indirilen şey bizzat sihir/büyü değildi. Söz konusu şeytanlar, o iki meleğe indirilen hakikatleri, küfür vesilesi olan sihir için öğrenmiş ve o yolda kullanmışlardır. Bir diğer ifadeyle, o iki melek insanlara bizzat sihir/büyü öğretmiş değildir. Onların yaptığı, sihir/büyü amacıyla kullanılmaya müsait bir ilmi öğretmek ve bunu yaparken de şu uyarıda bulunmaktır: “Bizim öğrettiğimiz bu bilgiler, hayır yolunda da şer yolunda da kullanılmaya elverişlidir. Sakın bu ilimleri suistimal ederek büyü/sihir yapıp da kâfir olmayın.” Hz. Musa a.s.’ın, asasını emr-i ilahî ile yere atmak suretiyle Firavun’un büyücülerinin büyü ile yılana dönüşen değnek ve iplerini birer birer yutması (A’raf, 115-117; Tâhâ, 66-70) da Firavun zamanında Mısır’da büyü yapıldığını göstermektedir. Hadis-i şeriflerde büyü Sünnet’te de büyü/sihir çokça zikredilmiştir. En önemlisi de, bizzat Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz’e bir Yahudi tarafından büyü/sihir yapılmış olmasıdır. (Buharî)
Hicretin 7. senesinde Efendimiz s.a.v. Hudeybiye’den döndükten sonra Lebîd b. A’sem isimli bir yahudi tarafından kendisine büyü yapılmış, büyünün etkisiyle Efendimiz s.a.v., yapmadığı bazı şeyleri yaptığını zannetmiştir. Rivayetlere göre 6 ay sürdüğü anlaşılan büyünün etkisinden Allah’ın izniyle kurtulmuş, iki meleğin (bir rivayete göre Cebrail ve Mikâil a.s.’ın) bildirmesiyle büyüde kullanılan tarak ve saç telinin atıldığı kuyuyu bularak kapattırmıştır. Bu vesileyle belirtelim ki, bu büyü, vahyin tebliği ve dinî işlerin tedviri konusunda değil, tamamen dünyevî işlerde Efendimiz s.a.v.’i kısmen etkilemiştir. O’nun, bu büyünün tesiriyle peygamberlik görevine halel getirecek en küçük bir değişiklik yaşadığına dair hiçbir işaret yoktur. Kaldı ki Kur’an, O’nun peygamberlik görevini yerine getirirken devamlı surette koruma altında olduğunu bildirmiştir. (Maide, 67)
Keza Efendimiz s.a.v’in pak eşlerinden Hz. Hafsa r.anha’ya bir cariyesi tarafından büyü yapıldığı, bu sebeple cariyenin ölüm cezasına çarptırıldığı rivayet edimiştir. (Muvatta) Sihir/büyünün hakikati sebebiyle Efendimiz s.a.v., “helâk edici” olarak nitelendirdiği 7 şeyden bizleri sakındırırken, bunlar arasında büyü/sihir yapmayı ve yaptırmayı da zikretmiş ve şöyle buyurmuştur: “Helak edici yedi şeyden sakının.” Sahabe bu 7 şeyin neler olduğunu sorunca şöyle buyurmuştur: “Allah’a şirk koşmak, sihir yapmak, Allah’ın haram kıldığı bir kimseyi haksız yere öldürmek, faiz yemek, yetim malı yemek, düşmana hücum esnasında savaştan kaçmak ve hiçbir şeyden haberi olmayan namuslu kadınlara zina iftirası atmak...” (Buharî, Müslim, Ebu Davud) Büyü/sihir konusundaki hadislere daha fazla örnek zikretmek mümkün ise de, biz bu kadarla yetinelim. Tılsım nedir? Tılsım: Semavî birtakım güçlerin, arzî güçlerle birleşerek garip, olağandışı işler yapması şeklinde tarif edilir (et-Tânevî, Keşşâfu Istılâhâti’l-Fünûn, 2/927).
Elmalılı Hamdi Yazır, tılsımın, Hz. İbrahim a.s’ın kavmi olan Keldanîler’in yaptığı sihir türü olduğunu söyler ve şöyle der: “Fikrimizce bu sihirde, tabiiyat ile ruhiyatın eski zamanlarda keşfedilmiş, birbiriyle ilişkili bazı garip özellikleri birleştirilerek uygulandığı anlaşılmaktadır.” (Hak Dini Kur’an Dili, 1/443) Ayın akrep burcunda bulunduğu sırada mühre kazıtılan akrep figürünün, kişiyi akrep ısırmalarına karşı koruyacağı, arkasını üstü açık olduğu halde aya doğru dönen hayvanların, ay ışığının arkalarına vurması sebebiyle öleceği… gibi hususlar semavî kuvvetlerle arzî kuvvetlerin belli bir tarzda bir araya gelmesi sonucunda oluşan tılsımlara örnek olarak zikredilmiştir. (İbn Hazm, el-Fısal, 5/101-102; Âlûsî, Rûhu’l-Ma’ânî, 20/120) İbn Hazm tılsım hakkında müşahedeye dayalı enteresan bilgiler verir ve şunları söyler: “Tılsım, eşyanın tabiatını değiştirme ve gözbağcılık değildir. Tılsımlar, Allah Tealâ’nın terkib ettiği birtakım güçlerdir ki, soğuğun sıcak ile ve sıcağın soğuk ile giderilmesi gibi, Allah Tealâ bu tılsımlar vasıtasıyla başka bazı güçleri ortadan kaldırır. (…) Tılsımların def’i mümkün değildir.” Semavî güçlerle arzî güçler arasındaki denge ve ilişki doğru biçimde kurulduğu zaman, tılsım garip hadiselerin oluşmasına yol açabilir. “Mıknatısın demiri, kehribarın saman çöpünü çekmesi ve sirkenin ittiği taş böyledir. Bu taş, içinde sirke bulunan kaba sarkıtıldığı zaman kaba girmez, dışına kaçar. Keza yağmur çeken taş da buna örnektir ki, bu taş Türkler arasında iyi bilinir.” (el-Îcî, el-Mevâkıf, 3/368) Tılsımın gerçekliği Tılsımın varlıklar üzerinde gerçek bir etkisi olabileceği, ulemanın bu konudaki beyanlarının ortaya koyduğu bir sonuçtur.
Bağdat’a giriş kapılarından “Tılsım Kapısı” üzerindeki yılan figürü sebebiyle Bağdat’ta hiç kimsenin yılan sokması sebebiyle ölmediği, yılanın soktuğu kimselerin hiç acı hissetmediği veya çok az hissettiği, buna mukabil Bağdat dışında yılan sokması sebebiyle ölümlerin meydana gelmesi, Âlûsî’nin bizzat müşahede ettiği bir hadise olarak yukarıda adı geçen tefsirinde zikredilmektedir. Keza İbn Hazm de -yine yukarıda mezkûr eserinde- tılsımın hakikati hakkında şunları söylemektedir: “Biz tılsımların etkilerini açık olarak bugüne kadar görüyoruz. Çekirgenin girmediği ve havanın hiç soğumadığı köylerin mevcudiyeti, Sarakosta (Saragossa)’ya zorla sokulmadıkça yılan girmemesi ve daha birçok olay buna örnektir ki, bunu sadece inatçı kimseler inkâr eder. Tılsım konusunu iyi bilenlerden artık kimse kalmamıştır; geride kalan ise onların yaptıklarının eser ve izlerinden ibarettir…” (el-Fısal, 5/101-102) Tılsımla gerçek anlamda ilgilenenlerin söylediklerine tefsirinin pek çok yerinde değinen Allame Âlûsî de şöyle der: “Tılsım ilmiyle uğraşanların söylediklerinin doğru olması mümkündür. İşin gerçek durumunu ise Allah Tealâ bilir.” (Âlûsî, a.g.e., aynı yer.) Şu halde tılsımın bir hakikati olduğunu, ancak günümüzde bu konuyu gerçek mahiyetiyle bilen ve uygulayan kimse bulunmadığını söylemek mümkündür. Bu itibarla birtakım eşyaların insanlara uğurlu geldiği, kötülük ve zararları def ettiği şeklinde halk arasında dolaşan inanç ve söylentilere itibar etmemek gerekir.
Nazar değmesi nedir? Nazar, bir kimsenin, başka birisine, onun bir eşyasına, hayvanına, malına… hasetle karışık beğenerek bakmasıdır (İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 10/200). Bu bakışın etkisi ile o kimsenin şahsına, malına veya eşyasına büyük zarar gelebilir. Kur’an’da şöyle buyurulur: “İnkâr edenler Zikr’i (Kur’an’ı) işittikleri zaman neredeyse seni gözleriyle devirivereceklerdi. ‘O mutlaka delidir’ diyorlardı. Oysa Kur’an, alemler için bir öğütten başka bir şey değildir.” (Kalem, 51-52) İbn Abbas r.a, Mücahid ve daha başkaları bu ayetin, nazarın mevcudiyetine ve Allah Tealâ’nın dilemesiyle tesirinin gerçek olduğuna delil teşkil ettiğini söylemişlerdir. (İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, 4/525) Efendimiz s.a.v.’den de nazarın hak olduğunu ifade eden birçok hadis nakledilmiştir.
Bunlardan birisi şöyledir: “Nazar haktır. Eğer kaderi geçecek bir şey olsaydı, nazar onu geçerdi.” (Müslim, Tirmizî) Bir diğer rivayette de şöyle buyurulmuştur: “Nazar, Allah’ın izniyle kişiyi dağa çıkaracak ve oradan indirecek derecede etkiler.” (Ahmed b. Hanbel, Ebu Ya’lâ) Sahabe’den Sehl b. Huneyf r.a. yıkanmak için elbisesinin üstünü çıkarmıştı. Âmir b. Rebî’a r.a. da ona bakıyordu. Sehl, cildi güzel, bembeyaz bir kimseydi. Âmir, “Hiç güneş görmeyen ciltler bile bugün gördüğüm gibi değildir.” dedi. Bunun üzerine Sehl hastalandı. Sehl’in rahatsızlandığı Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz’e haber verildi ve “Sehl başını bile kaldıramıyor.” dendi. Bunun üzerine Efendimiz s.a.v., “Suçladığınız birisi var mı?” diye sordu. Orada bulunanlar, “Âmir b. Rebî’a” diye cevap verdiler. Efendimiz s.a.v. Âmir r.a.’ı çağırıp kendisine kızdı ve şöyle buyurdu: “Sizden biriniz kardeşini neden (nazarla) öldürüyor? Ona ‘mâşallah’ deseydin ya! Haydi şimdi kardeşin için yıkan.” buyurdu. Âmir de yüzünü, ellerini, dirseklerini, dizlerini, ayak topuklarını ve böğürlerini bir kap içinde yıkadı. Sonra bu su Sehl r.a.’ın üzerine döküldü. Sehl r.a. anında iyileşti. (Muvatta) Mucize ile Sihir/Büyü Farkı 1-Mucize Allah Tealâ’nın, peygamber olarak görevlendirdiği insanlar eliyle gerçekleştirdiği olağan üstü olaylara denir; çalışarak, öğrenerek, okuyarak ve pratik yaparak mucize gösterilemez. Sihir/büyü ise bilenlerden öğrenmek ve çalışmak suretiyle herkesin ulaşabileceği bir iştir. 2- Mucize tamamen gerçektir; meydana gelmesinde herhangi bir sahtelik, göz bağcılık veya aldatma yoktur. Doğrudan doğruya peygamber tarafından ve vasıtasız olarak izhar edilir. Sihir/büyü ise genellikle gözbağcılığa ve el çabukluğuna dayanır.
Gerçek payı bulunanlarda ise cinlerden ve sair varlıklardan yardım alınır. 3- Sihir/büyü, özel bazı vakitlerde ve özel birtakım eşya kullanılarak yapılır; yani belli şartları vardır. Mucize ise böyle değildir. Allah Tealâ’nın dilediği her zaman peygamberler eliyle izhar olunur. 4- Büyü/sihir yenilenmediği zaman bir süre sonra etkisini kaybeder. Mucize ise, kendisinden beklenen maksadı hasıl ettiği sürece devamlıdır. 5- Mucize, kevnî olaylara bile müdahale edip onları değiştirecek çapta meydana gelebildiği halde (ayın ikiye ayrılması, denizin yarılması… gibi), sihir/büyü, sınırlı bir sahada cüz’î bir etkiye sahiptir. Sihir, Büyü ve Tılsımın Hümu Sihir, büyü, tılsım… gibi işlerle uğraşmak dinimizin kesin olarak yasakladığı, haram kıldığı şeylerdir ve kişiyi küfre kadar götürür. Bununla birlikte, alimler yapmak için değil, fakat yapılmış olanı bozmak ve şerrinden korunmak için sihir/büyü öğrenmenin haram olmadığına hükmetmiştir.
(Elmalılı, a.g.e., 1/447) NE YAPMALI? Her ne kadar kendimiz uğraşmasak da -Allah korusun- sihir/büyüye maruz kalabilir veya başkasının nazarının hedefi olabiliriz. Böyle bir durumda yapılması gerekenleri de kısaca özetleyelim: Sihirden korunmanın yolu Sihir/büyü, tılsım, nazar vb. şeylere karşı takınılacak tavır, öncelikle her şeyin Allah Tealâ’nın iznine ve dilemesine bağlı olduğunu bilmektir. Dolayısıyla öncelikle Allah Tealâ’ya güçlü bir iman ve teslimiyetle bağlanmak gerekir. “Allah’ın izni olmadıkça onlar (büyücüler) kimseye bir zarar veremezler.” (Bakara, 102) ayeti dikkatimizi bu noktaya çekmektedir. Efendimiz s.a.v., hayvanının terkisine bindirdiği Abdullah b. Abbâs r.a.’a hitaben, “Ey çocuk! Sana, Allah’ın seni faydalandıracağı kelimeler öğreteyim mi?” demişti. İbn Abbâs r.a., “Evet, ey Allah’ın Resulü..” diye cevap verince şöyle buyurdu: “Allah’ın emir ve nehiylerini (onlara riayet etmek suretiyle) muhafaza et ki Allah da seni muhafaza etsin. Allah’ın emir ve nehiylerini muhafaza et ki, O’nu(yardımını) her zaman önünde bulasın. Genişlik zamanında O’nu an ki, darlık zamanında da O seni ansın (ve sana yardım etsin). İstediğinde Allah’tan iste; sığındığında Allah’a sığın. Olacak şeyler konusunda kalem kurumuş, hüküm kesinleşmiştir. Şayet mahlukatın tamamı sana bir menfaat sağlamak için bir araya toplansalar ve fakat Allah onu senin hakkında yazmamış ise, onu yapmaya muktedir olamazlar. Ve şayet sana bir zarar vermek için toplansalar, ancak Allah onu senin hakkında takdir etmemişse, onu yapmaya da güç yetiremezler. Bil ki, zorlandığın şeye sabretmende çok hayır vardır. Zafer sabırla, ferahlık da sıkıntıyla birliktedir. Güçlükle beraber kolaylık vardır.” (Ahmed b. Hanbel, 1/307) Bunun arkasından, dua ve zikri terk etmemek gelir. Efendimiz s.a.v.’den nakledilen uzun bir hadisin bir bölümü şöyledir: “Sizin yapacağınız şey, Allah’ı zikretmektir. Böyle bir kimse, düşmanın hızla takip ettiği, sonunda muhkem bir kaleye rastlayıp kendisini düşmandan koruduğu kimse gibidir. Kendini şeytandan ancak Allah’ı zikretmek suretiyle koruyan kul da böyledir.” (Ahmed b. Hanbel, Tirmizî) Çokça Kur’an okumak, ibadetleri aksatmadan yapmak ve devamlı abdestli bulunmaya özen göstermek de kişiyi sihir/büyü gibi zararlı şeylerin etkisinden koruyan hususlardandır. Yapıldıktan sonra ise büyü/sihirin etkisini ortadan kaldırmanın en sahih yolu, çokça Kur’an okumak ve Allah Tealâ’yı zikretmektir. Bunun yanında Efendimiz s.a.v.’in öğrettiği dualar vardır ki, onları da ezberleyip okumak son derece faydalıdır. Bir de ihlâs ve takva sahibi kimselerden sihir/büyü konusunda bilgi ve tecrübesi bulunanlara müracaat etmekte fayda vardır. Bu noktada çok dikkatli olmak gerekir.
İnsanların zaaflarından istifade etmek için bu işi bir meslek haline getirmiş olup aslında sihir/büyü ile hiç alakası olmayan dolandırıcı tiplerin tuzağına düşmemeye dikkat etmelidir. Nazardan nasıl korunulur? Nazardan korunmanın ve meydana gelmeden önce nazarı engellemenin yolu, bir kardeşimizde hoşumuza giden bir şey gördüğümüzde “Bârekellâhu fîhi.” (Allah ona bereket versin), “Allâhümme bârik aleyhi.” (Allahım, ona bereket ihsan eyle) veya “Mâşallah.” (Allah’ın dilediği olur) demektir. Efendimiz s.a.v. buyurmuştur ki: “Sizden biriniz kardeşinde, kendisinde veya malında hoşuna giden bir şey gördüğü zaman ona bereket dileyerek dua etsin. Zira nazar haktır.” (Ahmed b. Hanbel, 3/447) İbn Hacer şöyle der: “Bir şeyi beğenen kimsenin, hemen beğendiği şey için bereket dilemesi gerekir. Onun böyle yapması bir rukye (dua) olur.” (Fethu’l-Bârî, 10/205)
Bereket dilemek, yukarıda geçen ifadelerden birisini söylemek demektir. Nazar meydana geldikten sonra yapılacak şey ise, yukarıda geçen Sehl r.a. olayında olduğu gibi, nazarı değen kişinin abdest alması ve o suyu, kendisine nazar değen kişinin üzerine dökmesidir. Nitekim Efendimiz s.a.v.’in yukarıdaki uygulamasını teyit eder tarzda Hz. Aişe r.anha validemizin şöyle dediği nakledilmiştir: “Başkasına nazarı değen kimseye abdest alması emredilir, o da abdest alırdı. Sonra o suyla, kendisine nazar değen kişi yıkanırdı.” (Ebu Davud) Eğer bir kimseye kimin nazarının değdiği bilinmiyorsa, zikir ve meşru rukyeyle Allah Tealâ’ya sığınmaktan, Kur’an okumaktan ve dua etmekten başka yapılacak bir şey yoktur. Bilhassa Fatiha, Felâk, Nas ve İhlâs sureleri ile Ayetelkürsî’yi okumak tavsiye edilmiştir. Efendimiz s.a.v. şöyle buyurmuştur: “Rukye ancak nazar ve (yılan, akrep vb.) sokma(sı) sebebiyle yapılır.” (Buharî, Müslim). Burada geçen rukye, Kur’an okumaktan ibarettir. Halk arasında çocukları nazardan korumak maksadıyla “nazar boncuğu” takmak oldukça yaygın bir adettir. Ne var ki nazar boncuğu göz değmesine bir fayda sağlamadığı gibi, dinimizce de yasaklanmış şeylerdendir. Aynı şekilde içinde Kur’an ayetlerinden başka bir şey bulunan muskalar takmak da dinimizce hoş karşılanmamış, yasaklanmış uygulamalardandır. Bununla birlikte okuma yazması olmayan ve ezberinde Kur’an ayetleri bulunmayan kimseler için, üzerinde Kur’an ayetleri ve Efendimiz s.a.v.’den rivayet edilmiş dualar bulunan bir kâğıdı (muska), hürmetine halel getirmemeye dikkat ederek taşımakta da bir sakınca yoktur. Bu da bir anlamda rukye olarak kabul edilebilir. Bu yazıda ele aldığımız konu, fizikötesi alanla, yani gaybla ilgili olduğundan, fal, kehanet, astroloji, burçlar… gibi bu konuyla ilişkili olan bazı hususlara değinmedik. Zira bunlar da ayrı bir yazının konusunu teşkil edecek kadar öneme ve ayrıntılara sahiptir.

NEFİS TERBİYESİ

Bismillâhir rahmânir rahîm.

Elhamdü lillâhi rabbil àlemîn... Hamden kesîran tayyiben mübâreken fîhi alâ küllî hâlin ve fî külli hîn... Ves salâtü ves selâmü alâ seyyidinâ ve senedinâ muhammedinil mustafâ ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebiahû biihsânin ilâ yevmil cezâ... Emmâ ba'd.
Allah'ın selâmı rahmeti, bereketi üzerinize olsun... Allah CC hem dünyada, hem ahirette sizleri hayırlarla karşılaştırsın, bahtiyar eylesin... Cennetiyle cemâliyle müşerref eylesin...
Bu dünya, bu hayat, şu günler, şu ömürler gelip geçicidir; kalıcı değildir, çok değildir, kısadır, muvakkattir, sonludur, sönümlüdür, ölümlüdür. Asıl hayat ve asıl bitmeyen zaman ahirettedir, öldükten sonraki hayattadır. O ebedîdir, bu fânîdir. Asıl ona hazırlanmak gerekir.
İslâm'ın, imanın bize gösterdiği hakîkat budur. Peygamber SAS Efendimiz bu fikirle yaşamıştır. Dünyaya değer vermemiştir, bel bağlamamıştır, gönlünü kaptırmamıştır. Ahireti kazanmağa, Allah'ın rızasını kazanmağa bizleri teşvik etmiştir. Kendisi de ahiretin şevki ile, özlemi ile yaşamıştır.
(Mâ lî ve lid dünyâ) "Benim dünya ile ne işim var?.. (İnnemâ ene kerâkibün istezalle tahte zılliş şecereh) Ben bir ağacın altında biraz nefes alıp, gölgesinde gölgelenip dinlenen bir yolcu gibiyim." buyurmuştur. "O ağaç benim esas mekânım, makamım, hedefim değil ki..." mânâsına...
Biz de bu büyük hakîkate göre hayatımızı ayarlamak, tanzim etmek, düzenlemek planlamak zorundayız. Elimizden geldiğince de öyle yapmağa çalışıyoruz. İbadetlerimizi yapmağa çalıyoruz, Allah'ın emirlerini tutmağa çalışıyoruz. Haramlardan günahlardan kaçınmağa çalışıyoruz. Ahireti kazanmanın yolu budur diye, bu yolu tutturmuşuz.
Kimisi bunu güzel yapıyor, kimisi de zar ve zor yapıyor, zorlanarak yapıyor. Bazan günahlara bulaşıyor, bazan haramları irtikâb ediyor, bazan sevaplı işlere pek gayret gösteremiyor, tenbelleniyor...
Tabiî, bu hallerinin, davranışlarının da hepsi defterine yazılıyor. Kirâmen kâtibîn amel defterine yazıyor. Bunların da bir hesabı, sorgusu suali olacak ahirette....
(Femen ya'mel miskàle zerretin hayran yerah. Ve men ya'mel miskàle zerretin şerran yerah.) "Zerre kadar hayır işleyen onun karşılığını görecek. Öyle yapmayan, şer işleyen, kusurlu günahlı işleri yapan, yaşayışı Allah'ın rızasına uygun olmayan da cezalara uğrayacak."
Bu Allah'ın rızasını kazanma yoluna takvâ yolu derler, ihsân yolu derler. Takvâ yolu denmesi, insanın günahlardan, haramlardan, Allah'ın hoşuna gitmeyecek işlerden kendisini korumasından dolayıdır. Takvâ korunmak demek, kendi kendisini koruması demek... Onun için takvâ yolu deniliyor.
Yâni, canı istese bile günahlı, haramlı işleri yapmamak için kendini tutacak, kollayacak. Canı istemese bile sevaplı, hayırlı işleri yapacak da, sevabı kazanacak, kendisini cehenneme düşmekten koruyacak, kollayacak. Allah'ın gazabına uğramaktan korunacak.
O halde iş takvâdır, takvâ zihniyetiyle hareket etmektir, korunma zihniyetiyle hareket etmektir. Burda da nefisle çatışma vardır. Nefis günahları seviyor ve arzu ediyor. Eğlenceyi, keyfi. çalgıyı, düğünü, yatmayı, gezmeyi, tozmayı seviyor. Sevaplı işlere de tenbelleniyor. Hayırlı, sevaplı işleri de yapmakta zorlanıyor; kaçmağa çalışıyor, kaytarmağa çalışıyor.
Bir çocukta bunu güzel görüyoruz: Annesi babası zorlamazsa namaz kılmıyor. Hattâ annesini babasını kandırmağa çalışıyor. Yalancıktan abdest aldım diyor, yalan söylüyor. "Namazı kılmıştım ben..." diyor ama, kılmadı. Neden?.. Zor geliyor. Halbuki sevaplı bir şey... Sevaplı bir şey zor gelebiliyor, günahlı bir şey de çok şiddetle arzu edilebiliyor.
O halde Allah'ın rızasını kazanmanın yolu, nefse muhalefet etmekten geçiyor. İşte bu da takvâ yolunun esası, tasavvufun belkemiği... Nefsini yenebilecek ki insan, istemediği şeyi ona, "Sevaplıymış, faydalıymış, hayırlıymış." diye zorla yaptırabilecek; istediği şeyi de, "Günahtır, haramdır, Allah'ın sevmediği iştir." diye frenleyip tutabilecek. O halde nefisle mücadele etmekten geçiyor, Allah'ın rızasını kazanmak...
Onun için, tasavvuf, tarikat dediğimiz nefsi terbiye etme yolu en kıymetli yol oluyor; İslâm'ın hakîkatı oluyor, özü oluyor. Tabii, bunları anlamayanlar, şu kısa cümlelerle izah ettiğim şeyi bilmeyenler, çeşitli şekillerde itiraz ediyor. Kâfirler bir yönden itiraz ediyor, münafıklar bir başka yönden itiraz ediyor. Nefsinin esiri olan, nefsine tapan, hevasına tapan insanlar bu işe yanaşamıyor. Şeytana uyan, şeytana tapan insanlar gelemiyorlar. Ama işin doğrusu işte anlattığımız gibi...
O halde biz, nefsimizi ıslah edecek bir yol tutturmalıyız. Nefsimizi yenebilecek bir eğitimden geçmeliyiz. Sevapları öğrenmeli ve onları zor da olsa yapabilmeliyiz. Günahları, haramları bilmeli, canımız istese bile onlardan kendimizi korunabilmeliyiz, sakınabilmeliyiz.
Çok iyi derviş, bana mektup yazıyor, mahrem... Diyor ki: "Hocam, elinizi öperim, ayağınızı öperim!" diyor. Ayağımızın altını öpeceğini söylüyor. Tamam öper de, samîmî... "Fakat benim bir kusurum var, ben harama bakmaktan kendimi alıkoyamıyorum!" diyor.
Demek ki, bu iş bayağı zor... Çocuk iyi çocuk, derviş, tarikata girmiş, yaptığı işin günah olduğunu da biliyor ama, harama bakmaktan kendisini alıkoyamıyor. Televizyonda haram var, çarşıda pazarda haram var, günah var... Gazetede mecmuada haram var...
Tabii, bu sadece bakıştan meydana gelen bir durum... Aynı şekilde kulaktan günahlar kazanılabilir, aynı şekilde dilden günahlar kazanılabilir, aynı şekilde nefsin başka arzularından günahlar kazanılabilir. Çok canı istiyor, midesi arzu ediyor, iştihası kabarıyor, komşunun meyvasını çalıyor. İşte o da bir nefsini yenememek...
Kendisine helâl değil, Allah haram kılmış, başkasının malını almaması lâzım!.. Ama tutamıyor kendisini... Canım çok erik istedi diyor, erik çalıyor... Elmalar çok güzel kırmızı olmuş diyor, elma çalıyor... "Kavunlar karpuzlar büyümüş, hava da çok güzel, şurdan bir tane alayım!" diyor, bıçağı vuruyor, haram şeyi yiyor.
Bunu kademe kademe başka noktalara da götürebiliriz, başka misaller sayabiliriz. Burdan anlaşılıyor ki, insanın nefsi insana düşman adetâ... Nefsi kendisi demek, insanın kendisi kendisinin kötülüğünü istiyor. Sanki içinde bir düşmanı var, kendi aleyhe çalışıyor. Sanki kalenin içine casus girmiş, kaleyi içten fethetmeğe çalışıyor.
Doğru... Peygamber Efendimiz de öyle buyurmuş: En büyük düşman nefis!.. Çünkü, işte o işleri yaptırtıyor.
İnsan düşünüyor, taşınıyor, aklıyla bir şeyi düşünüyor, öyle yapıyor. Bankayı soyan da aklıyla yapıyor, soygunu yapan aklıyla yapıyor. Aklını kullanıyor herkes ama, aklını hangi istikamette kullandığı mühim...
Onun için, İslâm'ın özü, hakîkatı, esası, can damarı, belkemiği tasavvuftur, nefsin terbiyesidir. Nefis terbiye olacak, insan kendisini frenleyebilecek... Nefis terbiye olacak, insan kötü huyları atacak, iyi huyları alacak... Nefis terbiye olacak, insan Allah'ın istediği işleri yapmağa koşan, hayırlı faydalı bir insan olacak.
O halde tasavvufa itirazlar Kur'andan, hadisten, fıkıhtan nasibsiz insanların itirazlarıdır.
--Yok hocam! Bazıları da var İlâhiyatta hoca, veyahut Suudî Arabistan'da din adamı... Veyahut tarihte filânca kitapları yazmış filânca alim, kitap yazan yazar, müellif bir insan... O da itiraz ediyor.
Onların da itirazlarını incelerseniz, nesine itiraz ediyor: Ya tasavvufu bilmediği için, tasavvuf şöyledir, binâen aleyh kötüdür diye bilmeden ona yanlış bir sıfat yakıştırıyor, ondan tenkid ediyor. Ya da ben mutasavvıfım diye onun etrafında dolaşan, onun gördüğü insanlara bakıyor, "Tasavvuf buysa, tasavvuf iyi bir şey değil gàlibâ?" diye kötü misallerden dolayı tasavvufa karşı oluyor.
Biz de tasavvuf ehliyiz, tarikat ehliyiz; öyle tasavvufa biz de karşıyız. Ben de karşıyım, siz de karşısınız. Kur'an'ı okuyorsunuz, hadisi okuyorsunuz; içki haram mı?.. Haram... Birisi hem tarikattenim diyor, hem de içki içiyor. Buna karşı olunmaz mı?.. Karşı olunmazsa, müslümanlık nerde kalır?.. Elbette karşı olacağız.
Arnavutluk başmüftüsü geldi, evimize misafir oldu. "Arnavutluğun %40'ı Bektâşî Tarikatı'ndandır; rakı içerler bunlar." dedi. Ben de duydum, biliyorum. Gazeteler bir röportaj yapmıştı, ordan biliyoruz. Rakı içen bir tarikat kabul edilemez, tarikat değildir o!.. E, tarikatım diyor... Sapıtmıştır. Ne tarikatıymış?.. Bektâşî Tarikatı...
Ben Hacı Bektâş-ı Velî'yi tanıyorum. Hacı Bektâş-ı Velî içkinin aleyhinde... Bu içkiyi içiyorsa, demek ki sapıtmış. Hacı Bektâş-ı Velî'nin dahi yolunda gitmiyor. Çünkü Hacı Bektâş-ı Velî diyor ki: "Bir kuyunun içine bir damla içki damlasa, suyunu dışarıya çıkartsalar. Kova ile çıkartıp çıkartıp kuyuyu boşaltsalar temiz olsun diye, dökseler suyu... Dışarısı ıslandı. Islandığı yerde ot bitse, o otu koyun yese; o koyunun etini yemem!" diyor.
Neden?.. Su şaraplıydı. Ot şaraplı sudan büyüdü. Koyun şaraplı suda büyümüş otu yedi. Onun için etini bile yemem diyor.
Bu neyi gösteriyor?.. Buna mübalağa sanatı derler. Bir şeyin kötülüğünü kesin olarak göstermek için mübalağa sanatı yapılır bazen... Yâni, o koyunun eti aslında temiz... O ot da temiz... Ot şarabı emmiyor ki, suyunu emiyor, şarabı almıyor topraktan...
Ama, çok kesin olarak biliyoruz ki, Hacı Bektâşî Velî içkinin aleyhinde... Şimdiki Bektâşî, Bektâşî Tarikatı'ndayım diyen Arnavutluk'taki adam içkiyi içiyor. Demek ki Hacı Bektâş'ın yolunda değil... Demek ki, Bektâşî adını bile almağa hakkı yok...
Kaldı ki, diyelim ki Hacı Bektâş-ı Velî de içki içmiş olsa; Hacı Bektâş-ı Velî Peygamber Efendimiz'den yedi asır sonra yaşamış bir insan... Bizim örneğimiz, nümûnemiz, nümûne-i imtisâlimiz Peygamber Efendimiz... Bizim kitabımız Kur'an-ı Kerim... Bizim dinimizin hükümleri Kur'an-ı Kerim'den, hadis-i şeriflerden çıkıyor. Birisinin şöyle böyle yapması, şöyle böyle demesi, bize dinî bakımdan delil olmaz. İçen günahkâr olur, bize örnek olamaz. O içmiş, ben de içeceğim diyemeyiz.
Bunun fıkıhta kaidesi nedir: "Batıl makîsün aleyh olamaz!" Yâni, "Kötü, aslı yanlış, batıl olan bir şey esas alınarak, örnek alınarak ona uygun olarak iş yapılamaz!" demek... Bâtıl makîsün aleh olamaz, hak makîsün aleyh olur. Peygamber Efendimiz şöyle yapmış, o halde ben böyle yapayım diyebilirsin. Ama Ebûcehil şöyle yapmış, ben de öyle yapayım diyemezsin; çünkü Ebûcehil bâtıl yoldadır.
Bâtıla uyulamaz, bâtıl örnek alınamaz, esas alınamaz. Bu aklın ve hukukun ve şeriatın kanunudur.
Onun için, tasavvufu bilmeyenler ya tasavvufu bilmediklerinden aleyhinde konuşuyorlar; ya da etrafında gördükleri kötü insanlardan ibaret sanıyorlar tasavvufu, ondan saldırıyorlar.
Biz de onlara düşmanız. Biz de aynı şekilde düşünüyoruz. Çünkü, esas olan Allah'ın rızasını kazanmaktır, Kur'an-ı Kerim yolunda yürümektir, Peygamber Efendimiz'in sünnet-i seniyyesine sımsıkı sarılmaktır. Bizim yolumuz budur.
Biz de, birisi şeriata aykırı hareket ederse, hemen kaşımızı çatarız. Falanca adam varmış, kadınlarla erkekleri bir arada oturtuyormuş. Kadınlara elini öptürtüyormuş, ziyan etmez diyormuş... "Hadi ordan, palavracı sen de..." deriz, hemen kızarız.
Falanca adam çok iyi adammış da, cumaya gitmezmiş... "Hadi ordan, cumaya gidilmez mi?.. Allah-u Teâlâ Hazretleri:
(İzâ nûdiye lis salâti min yevmil cumuati fes'av ilâ zikrillâh) buyuruyor. Allah'ın sözünü dinlemiyor; kaşımızı çatarız, derhal tavrımızı alırız. Falanca adam yediği şeyin haramlığına helâlliğine dikkat etmiyor. Haramı yiyor, haramı içiyor, haramdan kazanıyor... Hemen kaşımızı çatarız. Bu adamın başında kavuğu var, sırtında cübbesi var, elinde asâsı var diye onu hoş görmeyiz.
Neden?.. Kıyafet mühim değildir; amel mühimdir. Amelleri şeriate aykırı diye tavır koyarız. O halde, aslında onlarla ihtilâf halinde değiliz.
Nitekim meselâ, İbn-i Teymiye diye bir kimse vardır, hep tasavvufun karşısında bir kimse olarak gösterilir. Halbuki kendisi mutasavvıftır, kendisi tasavvuf erbabıdır. İbn-i Teymiye'de Tasavvuf diye Türkçe'ye de kitaplar çevrilmiştir. O bizim anladığımız mânâdaki tasavvufa karşı değil, bizim karşı olduğumuz tasavvufa karşı...
Onun için, Ebül Hasen-i Nedvî sellemehullah, Allah ömür versin, iyi bir alim; "Bu tasavvuf kelimesi hak yolda gidenlerin de, batıl yolda gidenlerin kullandığı bir isim oldu. Keşke buna bir başka isim versek de, karışıklık olmasa şu sebepten dolayı..." diyor. "Başka bir isim verelim!" diyor.
Tamam, olur, verelim: "İhsân yolu, takvâ yolu" diyelim. Takvâyı anlattık, ihsan yolu ne demek?.. Peygamber SAS Efendimiz bir hadis-i şerifinde buyurmuş ki:
"--Allah'a onu görüyormuşçasına samîmî ibadet et! Sanki karşındaymış, sanki sen Allah'ı görüyormuşsun gibi, öyle candan, öyle samîmî, öyle içten, öyle duygulu ibadet et!" Neden?.. "Çünkü her ne kadar sen onu görmesen bile, o seni görüyor."
Bir görme işlemi var, o seni görüyor. Her yerde hàzır ve nâzır... O seni görüyor, içini dışını biliyor. Sen de onu görüyormuş gibi ibadet et!.. İşte tasavvuf, Allah'ı görüyormuş gibi ibadet etmektir.
Başka bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: "İmanın en yüksek derecesi, Allah'ı görüyormuş gibi ona inanmak ve ona ibadeti öyle yapmaktır. O halde mahkemeye müracaat edip isim değişikliği yapalım!..
Bizim yolumuz ihsân yolu... Yâni, Allah'ın bizi gördüğünü bilerek, biz de sanki Allah'ı görüyormuşuz gibi, ona hâlis muhlis ibadet etmek yolu diyebiliriz.
Peygamber Efendimiz hadis-i şerifinde buyuruyor ki: "Bir insan bir günahı, iman içinde iken işlemez!"
--E ne olur?..
İman o anda ondan ayrılır, öyle işler. Katil öldürme işlemini mü'minken yapmaz. Sarhoş, şarap içme fiilini mü'minken yapmaz. İman çıkar, aklı durur, gözü perdelenir, gönlü kararır, öyle yapar. Hırsız hırsızlığını mü'minken yapmaz, yapamaz! Mü'min olan insan yapamaz!..
İmanı çıkıp gidiyor, gözü kararıyor, düşünemiyor. "Düşünemedim, aklım ermedi, kendime hakim olamadım... Bilmem ne..." diye ondan sonra hakimin karşısında mâzeret...
Demek ki, bizim yolumuz, Peygamber Efendimiz'in zamanında, Kur'an-ı Kerim'de, hadis-i şeriflerde, sahabe-i kirâmın bildiği isimle bizim yolumuz ihsân yoludur. Allah'ı görüyormuş gibi ibadet etme yoludur. Bizim yolumuz takvâ yoludur. Kur'an-ı Kerim'de kaç yerde takvâ kelimesi geçiyor. Saymadım ama, yüzün üstünde yerde geçiyor takvâ kelimesi...
Bizim yolumuz takvâ yoludur. Biz takvâ ehli müslüman olacağız. Her işimizi Kur'an'a uygun yapacağız. Bizim yolumuz Kur'an-ı Kerim yoludur. Bizim yolumuz, Peygamber SAS Efendimiz'in ahlâkına ahlâkımızı uydurma yoludur. Rasûlüllah'ın ahlâkıyla ahlâklanma yoludur. Rasûlüllah Efendimiz'in ahlâkı neyse, onunla ahlâklanmak, o ahlâka sahib olmak, öyle yaşamak yoludur.
Bizim yolumuzun adları çıktı ortaya.. Hani Peygamber Efendimiz'in nice isimleri var... Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin nice esmâ-ü hüsnâsı var... Bizim yolumuzun da çeşitli adları var: "Tasavvuf yoludur, takvâ yoludur, ihsân yoludur, Kur'an yoludur, Rasûlüllah'ın ahlâkıyla ahlâklanma yoludur, cennet yoludur." diyebiliriz.
Allah-u Teâlâ Hazretleri bizi, dinimizin hakîkatlerini öğrenen ve hayatında o bildiklerini uygulayarak, ilmiyle âmil olarak takvâ üzere yaşayan, ömrünü bereketli, hayırlı, sevaplı geçiren, huzur-u Rabbil İzzet'e sevdiği razı olduğu kul olarak; güzel, alnı açık, eli ibadetlerle dolu, kalbi pırıl pırıl varan kullarından eylesin...
Onun için, buyurun beraberce bir güzel tevbe edelim: